Haristan
Muharriri: Ahmed Hikmet
Evvela tebrik ve teşekkürle başlamak isterim. Tebrikim şunun için ki muharrir sade eserlerinin altına tarih koymak sayesinde kendine birkaç hizmet edebiliyor. Evvela, mesela, haberimiz yokken, öğreniyoruz ki Hikmet Beyefendi altı seneden beri hikâye yazıyorlarmış; malumdur ki bizde roman yeni bir şeydir; fakat hikâye daha yeni, pek yeni bir şeydir. İlk küçük hikâyeyi arıyorum, arıyorum, zannederim Halit Ziya’nın “Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası”yla “Bir Muhtıranın Son Yaprakları”ndan biridir. Ondan sonra “Küçük Şeyler’i” buluyorum, daha sonra Nabizade Nazım Bey’in hikâyeleri geliyor ve daha sonra bir feyezan-ı hikâyat… Evvela gazetelerin tercümeleri: bir zaman, bundan altı yedi sene evvel, bütün yevmi gazetelerde hemen her gün birer hikâye bulunurdu. Bunlar Fransızların o Peti Parisyen [Le Petit Parisien], Peti Jurnal [Le Petit Journal] gibi haftalık musavver mecmualarından tercüme olunuyordu. Mahaza yine malumdur ki tercüme telif değildir. O hâlde henüz küçük hikâye olarak Sezai ve Halit Ziya Beyler gibi bizce muteber muharrirler tarafından açılmış bir çığırda, 1311 tarihinde küçük hikâye yazmak mühim bir şeydir ki işte Hikmet Beyefendiyi bunun için tebrik ediyorum. Tahattur ediyorum, bu hikâyelerden birini, itiraf etmeli ki fena isimli birini, “Tevcih-i Vecih”i, zannederim Hazine-i Fünûn’un ilk nüshalarında okumuştum, yalnız o zaman isim ve teşebbüs aklımda kalmış ki imzasını tahattur etmiyorum, belki imzasız neşrolunmuştur. Hâlbuki bu eserde aynı zamanda yazılmış birkaç hikâye daha var: “Muamma-yı Dil”, “Yeşil Yuva”, bunlar hep 1311’de yazılmıştır.
(…)