';
386. Sayı / 2. Sayfa

Miladi Tarih: 4 Ağustos 1898

Rumi Tarih: 23 Temmuz 1314

1. Sayfa
1 Yazı
3. Sayfa
2 Yazı
Musahabe-i Fenniye

Terbiye-i cismaniye – Mekteplerde tesiri – Emraz-ı asabiye ve medeniyet – Terbiye-i cismaniyenin mekteplerde fevaidi – İstatistik ve terbiye-i cismaniyenin fevaidini ispat – Havada seyahat – Alet-i tayeran – Yarasaları taklit – Mösyö Ader’in [Clément Ader] uçma makinesi – Birinci tecrübe – Fransa encümen-i fünununa verilen bir layiha – İkinci tecrübeye intizar

Bazı erbab-ı dikkat medeniyet-i hazıranın icabatından olan tarz-ı maişet bünye-i beşerde kuvvet ve kudret bırakmadığını, umum-ı medenilerde, bir zaaf-ı bünye hâsıl olduğunu iddia ederek son senelerde başlıca merakiz-i medeniyede emraz-ı asabiyenin dehşetli bir surette tekessürünü de buna haml etmişlerdir.

Medeniyetin terakkisi akl-ı beşerin faaliyetine vabeste olup akıl ve fikir her gün yeni bir semere vermek, orta yere yeni bir icat çıkarmak için uğraştıkça duçar-ı taab olmak zaruridir. Merkez-i zekâ ve irfan olan dimağ bütün efal ve harekât-ı beşeriyenin hâkim ve nazımı olup dimağ yoruldukça vezaif-i uzviyeye halel gelmemek, vücudun kâffe-i kuvvası rahnedar olmak mümkün değildir.

Dimağın yorulmaması da maişet-i medeniyede kabil olamaz. İlim ve marifet olmadıkça idame-i hayatı gayr-ı mümkün addeden akvam-ı medeniye mekteplerinde tahsil ve talimi son derecede bir dikkat altına almış, her gün tevsi ettiği şüpheden ari olan vukuf ve malumat-ı beşeriyenin etfal-i memlekete talim ve tedrisi için pek çok emek sarf etmekte bulunmuştur. Hükümetler ve bir memleketin saadet-i atiyesini düşünenler talim ve terbiye-i etfal kaziyesini hey’at-ı içtimaiye-i medeniyede bir emr-i ehem olmak üzere görmektedirler. Mekteplerde tahsil ve terbiye edilen etfal mümkün mertebe çok şey öğrenmek, izaa-i vakt etmemek de bu emr-i mühimin teferruatındandı.

(…)

Tekâmül-i Tenkit

6

On Dokuzuncu Asır

Üçüncü Devir

1865-1880

İbolit Ten [Hippolyte Taine]

-381 numaralı nüshadan beri mabad-

Asar-ı beşeriye arasında asar-ı sanat kadar zade-i tesadüf olanı yoktur denebilir. Zannolunur ki bu eserler tesadüfün keyfiyle kaidesiz, sebepsiz, kazara hâsıl olur; sanatkâr icat ederken zati olan keyfine tabiyet ettiği gibi halk da takdir ederken geçici olan zevkine göre hareket eder görünür. Sanatkârın ihtiraıyla halkın teveccühü, bütün bunlar onu, habersiz, suret-i zahirede – esen rüzgâr gibi – bülhevestir. Fakat tıpkı esen rüzgâr gibi bunların da birtakım şerait ve kavanin-i sabitesi vardır. İnsan da aynıyla arıların kovan, ipek böceklerinin koza yapmaları tarzında şiir ve hikmet vücuda getirirler.

Şu halde bir eser-i edebi tıpkı mahsulat-ı tabiat gibi fennen mukannen birçok kavanin ve şeraite tabiyetle hâsıl olduğundan münekkidin vazifesi de tıpkı hikmet-i tabiiye uleması gibi hareket etmekten ibarettir.

(…)