Yangın bu hafta İstanbul’u bir daha dil-hûn etti. Boğaziçi’nin en güzel köylerinden Büyükdere’yi geçen sene ateş nasıl harap eylediyse bu hafta dahi Pazar gecesi birkaç saat zarfında Rumeli Hisarı’nda birçok yalılar, evler, dükkânlar ortadan kalkıverdi. Yangınların şehrimizi ikide birde esir-i felaketi ettiğini gördükçe acaba terakkiyat-ı fenniye ve medeniye şu hanmans-suz felakete bir çare bulamayacak mı diye insan kendi kendine bir daha irad-ı sual eyliyor, düşünüyor. Fen ve medeniyet yangınların kâmilen men’ine muvaffak olamamış ise de men-i sirayet ve tevsiini temin eder pek çok vesait buldu. Biz de bu vesaiti kabul ve tatbik ettik. Mesela mükemmel itfaiye heyetleri teşkil edildi, ebniye nizamnamesinde harik duvarlarını mecburu’l-inşa gösterdiler, şehrimizin muteber mahallelerinde ahşap inşaat men olundu. Hâlbuki Büyükdere, Rumeli Hisarı yangınları gibi bazı felaketler gösteriyor ki ateşin sirayet ve tevsiini men’e elde mevcut vesait kâfi gelmiyor. Şehr-i cesimimizin dağınık köylerine itfaiye heyeti yetişinceye kadar oraları ateşin ta‛me-i lehibi oluyor. Hususan ki bu köylerin ekserisi eski tarzda, sokakları dar, haneleri kâmilen muttasıl, harik duvarları ise mefkuttur. Şu halde uzak köylere mahsus, daima harekete müheyya bir tulumba vapuru tayin olunarak, her köyün kendisine mahsus tulumbaları da ıslah edildikten sonra terakkiyat-ı ahire-i fenniyenin mahsulü olan sair vesait-i itfaiyeyi tetkik etmek lazım gelir ki bu meyanda Mösyö Şimit nam Fransız kimyagerin nakabil-i iştial mahlulü ile bu mahlulü ateş alan mevakie sıkmaya mahsus alet bugün en mühim bir vasıta olmak üzere telakki olunuyor.
Mösyö Şimit’in mahlulü ateş alan mahalleri söndürmekten ziyade ateş alan yerlerin yanındaki eşyanın nakabil-i iştial hale gelmesine hizmet ettiğinden elyevm Paris’te büyük tiyatrolarda ve kahvehanelerde perdelerin, kulislerin, keçelerin, tavanların bu mahlul ile tılâ edilmesine karar verilmiştir.
(…)
Tarik-i elem-nak-ı terakkide beşeriyet daima ileriye doğru yürür. Zaman zaman tevakkuflar hatta geriye avdetler bile görülürse de bunlar çok sürmez. Bu istirahat vakitlerinde beşeriyet yeni birtakım kuva-yı muharrike tedarik eder. Bunlardan dolayı peyda olan efkâr ve amal-i cedide beşeriyeti bir gaye-i amale sevk eyler. Bu gayeye hiçbir vakit yetişilemez. O, ufk-ı hayat-ı insaniyette daima parlar, durur.
Mamafih tecrübe ve cereyan-ı vakayie atf-ı nazar edilmeyip de sadece düşünülecek olursa terakki gayr-ı kabil-i vuku bir şey gibi telakki olunur. Çünkü her yerde, her zamanda, her heyet-i içtimaiye dâhilinde galebe eden fikir, muhafazakârlık ve mazi-perestliktir. Her yerde zekâ-yı beşer için mânia olmak üzere birtakım fikirler, birtakım adetler vardır ki bunlara karşı bir şey yapılamaz, bunlara dokunulamaz.
İnsanların bedbaht olması hayat-ı hakikiyelerinin arzu ettikleri bir hayata muvaffak olmamasından ileri gelir. İnsanlar bu arzu ettikleri hayatı istikbalde ele geçebilecek zannetmezler; o hayatın mazide kaldığına, geçip bittiğine zahip olurlar. Bugün, mahv ve münkariz olmuş eski medeniyetlerden kalan rivayat ve menakıba bakacak olsak hepsinde dünyada vaktiyle bütün insanların mütesaviyen mesut oldukları, elem ve kederin meçhul bulunduğu bir zaman görülmüş olduğuna dair bir itikada tesadüf ederiz. İnsanlar ümit ve teselli bulmak için hemen daima o menbaa, maziye teveccüh ederler.
(…)
[*] Fransızcadan