Telamiz-i irfanı arasında namı fazıl ve gayret ile müteradif olan bu muallim-i muhteremin haber-i vefatını veren muhatabım karşısında hayretle sustum. Ali Şehbaz Efendi… Vefat etmek o derece müstebit, o mertebe müellim bir şeydi ki inanmak, şu hükm-i vefatın bu lazımü’l-vücut muallim-i fazıl hakkında tecellisine ihtimal vermemek istiyordum. Fakat eyvah ki bu bir hakikatti. Biz bu haber-i elem-nakın tesir-i yeis-averi altında mustarip, meftur, düşünürken onu, her zaman hürmet ve tebcil ile yâd edilecek o üstad-ı kemalat-perveri, bu kasvetli kış gününün hazin yağmurları altında makbere-i sükûnuna ihtimal ki götürmüşlerdi bile.
(…)
-3-
Timsal-i Aklî
-mabad –
Timsal-i aklîler hakkında vereceğimiz tafsilatı itmam için bunların iki nevinden daha bahsetmek lazımdır. Umumi ve mücerret olmayan efkârın kâffesi resim vasıtasıyla gösterilemez. Muamelat-ı hukukiyenin kâffesi bey’ ü şirada olduğu gibi şahit önünde icra olunamaz. Fiil-i teehhülde şahit bulundurulmasına mülahazat-ı ahlakiye mani olur. Veled-i manevi ittihazı gibi bazı efal vardır ki tek bir hareketle bu gösterilemez, vukuu aradan bir hayli zaman geçmesiyle anlaşılır.
İşte bu müşkülat işarat-ı resmiyenin beşeriyete kifayet edemeyeceğini hissettirmiştir. Bunun üzerine timsalleri ıslah etmek mecburiyeti tahakkuk eylemiş ve say-ı akıl kanunu mucibince en az yorgunluğa bâdi olacak bir tarz-ı teceddüt kabul olunmuştur. Timsal-i aklînin üçüncü nevi olan “işarat-ı istiariye= S. Métaphoriques” işte bu suretle vücut bulmuştur. Bazı müşevveş ve müşkül şeyleri işarat-ı resmiye vasıtasıyla gösterilebilmek için sanat-ı resimde pek ziyade terakki iktiza ederdi. Bu ise dimağ için büyük bir say, büyük bir zahmetti. Bu zahmete duçar olmadan meseleyi halletmek için “istiare”ye müracaattan başka çare yoktu.
Bir şeyin bizdeki ihtisası iştirak ve telahuk suretiyle diğer birçok eşyanın da ihtisasını tevlit eder. Bu, bazen harici bir müşabehetten ileri gelir. Güneşin ziyaları altında parlayan bir gül bize bir çelik safihasını, bir aynayı ihtar eder ki bunun sebebi o şeyler beynindeki müşabehettir. Yahut o iki şeyi biz aynı cinse ait olmak üzere telakki etmeyi itiyat ederiz. Mesela altın kelimesi kolaylıkla gümüşü ve daha sair kıymettar madenleri hatırımıza getirir. Çünkü biz bu madeni aynısına ait olarak telakki ile melufuz.
İşte bu suretle, yani iştirak ve telahuk suretiyle bila-zahmet hatırda uyanan diğer ihtisasların ianesine müracaat edilerek doğrudan doğruya bir şeyin verdiği ihtisası ifadede güçlük görülünce iştirak suretiyle peyda olan ihtisaslardan maksadı tebliğe hadim olacakları hep bir yere toplamak tariki bulunmuştur.
(…)