-23-
Kafiye
Her sanatın terakkisi icat ile hasıl olur, icadın terakkiye hizmeti faydası nispetindedir. Her fayda burhansız takdir olunamaz. Erbab-ı ihtisas ihtiraat-ı şahsiyelerinin delail-i makuliyetini ortaya koymadıkça indi olarak vücuda getirdikleri yeni şeyler itirazdan salim kalmaz; çünkü meslektaşlarının her ferdi o delaili keşfe muktedir değildir.
Sanayi-i nefisenin -hususuyla edebiyat gibi fikre, cinse, hayale taalluk eden- şubelerinde ibraz olunacak teceddüdün nasıl bir faydaya esas olacağı tayin olunmalıdır ki mergubiyeti mürur-ı zaman ihtiyacından vareste kalsın. Gayr-i menus pek çok hakikatler vardır ki insan bu hakikatlerin zıddını, ahlafını iltizamda haksızlığını, yalnız haksızlığını değil hatta zararlı çıktığını bilir de sırf ilca-yı itiyat ile yine fikrinden vazgeçemez. Bu bir noksandır ki istifadeye, tekemmüle manidir.
“Kafiyenin lütfu samiaya aittir.” sözü işte böyle bir hakikatti. “Abes” ile “muktebes” kelimelerinin Türk şiirlerinde cevaz-ı takfiyesi o hakikatin muktezasından iken mahza lisan-ı garb kavaid-i edebiyesine menafi olması gibi vâhî bir sebeple bu kafiye reddedilemezdi.
(…)
Şems – Şemste hava-yı nesimi – Bu hava meslek-i şemsîyi muhittir – Şemsin derece-i harareti hakkında faraziyat – Şemsin lekeleri – 1893 ve 1896’da müşahedat – Alaim-i cevviye ve şemsin lekeleriyle münasebeti – Fırtınalar ve tebeddülat-ı hava – Ziya-yı şemsle elvanın neşvünema-yı nebatata tesiri – Kamil Flamaryon’un [Camille Flammarion] tecrübesi.
İnsan feyz-i hayatı şems yüzünden görmekte olduğunu pek iyi fark ettiğinden envai nebatat ve hayvanatı tetkike koyulmadan, hatta kendini anlamadan evvel nazar-ı ferasetini semaya atfetmiş ve şemsin, kamerin, nücumun mahiyet ve hareketini anlamaya çalışmıştır. Bunun için ilm-i heyetin esası sair ilimlerden evvel vazedilmiştir. (…)