Ramazan-ı mübarek güzel bir hava ile başladı. Birinci yevm-i sıyamda semanın reng-i kebudisindeki parlaklık sanki bütün çehrelere inikâs etmiş, gönüllere ferahlık vermişti. Vakıa, tam leyal-i yeldaya tesadüf eden bu seneki Ramazan asıl kış ramazanıdır. Kânunuevvel denilince insan gayr-ı ihtiyari içinde bir titremek hisseder, gözünün önüne lapa lapa düşen karları, şurada burada avize gibi asılıp kalmış buzları getirir. Sermaye-i kelam da hemen mangal başı, soba karşısı olur… Olur ama seneler böyle güzeran ederse o tam kışları unutup gideceğiz. Belki de karın nasıl şey olduğunu da hatırdan çıkaracağız. Öyle ya, üçüncü senedir ki İstanbul kış görmüyor. Teşrinisani bahar gibi havalarla, kânunuevvel günlük güneşlik geçiyor. Belki de odun kömür satanların bu halden canı sıkılabilir. Fakat onlara nispeten pek ziyade olan Ramazan esnafı fevkalade memnun oluyor.
(…)
Acaba İstanbul’un ramazan âleminde neler var mı diyorsunuz? Henüz daha iyice gezip dolaşamadım. Zaten malum ya, Ramazan’ın germisi haftasında başlar, yirmi beşine kadar sürer, birinci günler ile sonlar ne kadar olsa biraz gevşektir. Bidayette tebeddül-i itiyadın sersemliği sürer. Zaten kısa olan gündüzün bir kısmı uykuya gittiği için Ramazan’da bütün bir gece hayatı başlıyor. Yemek gece, oturmak gece, sohbet gece, ekseriya işler de gece…
Dün gece iftardan sonra Direklerarası’na çıktım. Gittikçe taammüm eden hava gazı dükkânların, gazinoların çoğunu tenvir ettiği için cadde gündüz gibiydi. Herkeste mütereddidane bir dolaşmak var. Acaba nasıl vakit geçireceğiz, ne yapacağız diye henüz kararsızlık devam eyliyor. Böyle kararsız adımlarla ben de Şehzade Karakolu’ndan ta Vezneciler’in üst başına kadar çıktım. Oraya varmadan dükkânların bir haylisine kurulmuş fonografların genizden çıkma sadasıyla söylenen şarkılar kulağımı tırmalıyordu. El aman bu fonograftan!
(…)
Hava ve duman – Şehir havası mı yoksa köy havası mı daha saf? – Ocakların dumanı – İsler ve sisler – Bir mesele-i hayatiye: alkolizm, Amerika’da ayyaşlık ruhsatnamesi – Bir mesele-i hayatiye daha: madencilerle madenler – Garibe: kara kar yağmış! – Bir garibe daha!
İşte Ramazan-ı şerif… İlk davul sesi bir gulgule-i davetkâr ile birçoklarımızı daha birinci geceden gazinolara, kahvelere, çaycı dükkânlarına, berber dükkânlarına koşup kapanmak üzere evlerden dışarı çağırırken; en evvel hatırıma gelen şey, bu izdihamgâhların dumanı, sıcağı… o boğucu, o asaba hafakanlar getirici dumanıyla sıcağı oldu. Gözümün önüne sislenmiş, buğulanmış, sonra mütecessis bir elin tersiyle yarı silinmiş camlar… Üzerinde ılık, mütereddit ter damlaları koşuşan; bütün o kahvelerin, gazinoların, çaycı dükkânlarının, berber dükkânlarının camları dizildi ve ben bunların arkasından içeri bakarken sanki oradaymışım, o sigara, tömbeki, petrol, kömür dumanlarından mürekkep kesafet-i buhar arasında kalmış, boğuluyormuşum gibi nefesimde bir tutukluk, kalbimde bir çarpıntı duyarak manzaramı değiştirmeye lüzum gördüm. İlk hareketim bir pencere açıp, odamın havasını değiştirmek oldu. Sonra… Sonra size bu satırları yazmak için masamın başına geçtim.
Geçende resail-i fenniyeden biri, hava ve dumanlar hakkında şayan-ı dikkat bazı izahat veriyordu. Malumdur ki hemen herkes şehir havasının mazarr-ı sıhhat olduğunu söyler; köy havasının rüçhanını ise hiç kimse hani muhtaç-ı bahis bulmaya bile cesaret edemez. Acaba bu doğru mudur? Bazı hakayık vardır ki ehemmiyetleri mahza şöhret-i şayialarından, ibtidallerinden ibarettir, en küçük bir tetkik önünde hemen sönerler. İşte şehir havasıyla köy havasının mukayesesi ve bunun ötekine tercihi meselesi de o nev’ hakikatlerdendir. Şimdiye kadar yapılan tetkikat ve tahlilat-ı kimyeviye tarafından birinin diğerine müreccehiyetini icap ve isbat edecek bir neticeye vasıl olamamıştır.
(…)