';
384. Sayı / 2. Sayfa

Miladi Tarih: 21 Temmuz 1898

Rumi Tarih: 9 Temmuz 1314

1. Sayfa
1 Yazı
3. Sayfa
3 Yazı
Musahabe-i Fenniye

Esrar-ı tabiat – Mekânın ve maişetin tevellüdata tesiri – Fıtratın cilvesi idrak-ı beşere sığmıyor – Doktor “Şeng”den [?] bahis yok – Doktorun faraziyatı – Kız mı, oğlan mı? – Dişi mi, erkek mi? – Haralarda müşahedat – Kuzularda tevellüdat-   Tevellüdatta nispet – Maslüddem ile tedavi – “Serum” ve mevad-ı kimyeviye – Bildiğimiz maddeleri bırakıp mahiyetini bilmediklerimizden niçin fayda bekliyoruz – Ara-yı etıbbada ihtilaf.

Tabiatın esrarına vakıf olabilmek, hilkatin künh ve mahiyetini tamamıyla keşfetmek insan için müteassirdir. Kâinatı seyir ve temaşaya dalan, ecramın harekâtını hesap eden, buut ve mesafesini, vezin ve sıkletini tayine kudret bulan insan hala kendi nefsini tamamıyla idrak edememiştir. En büyük hükema halas-ı hikemiyatı “marifet’ün-nefs”te göstermiştir. İnsan hakkındaki tahkikat ve tetkikatın sahası pek vasidir. Rahm-ı maderde bir katreden, daha doğrusu bir huveyne ile bir beyzadan nasıl meydana geliyor? Ne surette neşv ü nema buluyor? Bu teşekkülat ve tekemmülat ne yolda hâsıl oluyor? İşte buralarını tahkik, serair-i fıtratı taharri etmektir.

Değil insanın, bir buğday tanesinin vücud-pezir olması da bâdi-i hayrettir. Bir buğday tanesinde bir kuvvet mündemiçtir. Bu kuvvetin inkişafında bir sırr-i tabiat varsa bunu keşfedebilmek bile pek güçtür.

Bir insanın ruşeym, cenin hallerinde tufuliyet, şebabet devirlerinde geçirdiği tahavvülatı tetkikten ve bu tahavvülatın tabi olduğu kavanin-i fıtratı keşif ve izhar için sarf-ı gayretten kat-ı nazar yalnız rahm-ı madere düşen bir vücudun ne surette kız yahut erkek olarak teşekkül ettiğine akıl erdirebilmek kabil mi? Erbab-ı marifet saha-i tabiatı noktası noktasına keşfetmek, serair-i hilkati idrak-ı beşerin kudreti dairesinde hal ve tefsir eylemek için ne kadar çalışılmıştır ve çalışıyorlar. Halbuki bu noktayı katiyen hal ve izah edebilmekten hâlâ acizdirler. Ruşeymin kız ya erkek olarak vücut bulması, teşekkül etmesi için bir takım nazariyat-ı fenniye meydana konulmamış değildir. Fakat nazariyelerin taaddüdü bu hususta henüz itminan-ı tam hâsıl olmadığına, erbab-ı fence bu sırr-ı hilkatin malum bulunmadığına en büyük delildir.

(…)