İki seneyi mütecaviz müddettir kapısından içeri giremediğimiz o bazargâh-ı cesim-i ahiz ve itaya takarrüp ederken duçar olduğum hafif heyecan, Kalpakçılarbaşı Caddesi’nin Nur-ı Osmaniye cihetine müsadif kemerleri altında bulunduğum zaman garip bir tesire münkalip oldu; eski hatırat tazelendi. Bana öyle geldi ki güya o zelzele felaket-i müthişesi olmamıştır. Divan Yolu’nun sıcağından kurtulmak üzere çarşı tarafını tercih etmişim. Kapıdan girince mutat olan kalabalığı, cuş u huruşu, şamatayı göreceğim, işiteceğim zannettim. Buna mukabil sağımda, solumda tamiratı hitam bulmuş iki sıra dükkânın bomboş halini, tavanlara kurulmuş iskelelerin vaziyetini, vaktiyle caddeyi dolduran müşteri kalabalığına mukabil zemini setreden taş, tuğla harç yığınlarını müşahede etmek başka bir tesir icra etti.
(…)
Maarif-i edebiyemize hizmet için ne yazmalıyız? Bu sualin cevabı yeknazarda kolay görünür: Güzel yazdıktan sonra her şeyden bahsetmelidir. Evet, ama güzel yazmak için hangi sur ve eşkâli intihap etmeliyiz? Yani edebiyatımızın terakkiyat-ı hazırasında devam edebilmesi ne yolda himmetler sarfına mütevakkıftır? İşte suali böyle izah ediverirsek cevabı müşkilleşiyor. Benim gibi bir aciz-i müşahhasın bu meseleden bahsetmesi çok tuhaf olacak. Mamafih kekeleyerek yanlış doğru bir şeyler söyleyeceğim. Çünkü bazı fikirlerim var ki beyan edemediğim için meyus oluyorum.
(…)