-36-
“Servet-i Fünûn’a yazı yazmak benim gibi âcize-i kalem için gittikçe güçleşiyor. Bu güçlüğün derecesini şimdi anladım. Çünkü edebiyat ile az çok tevaggül edenler için “Musahabe-i Edebiye” serlevhası altına yazı yazmak kadar kolay şey olamazken deminden beri yazacak pek çok mütalaalar varid-i hatır olduğu halde bakınız daha üçüncü satırdayım. Bir zamandır bu kürsi-i hitabete çıkanlar o kadar talakat, o kadar ihata gösterdiler, öyle nutuklar, öyle mütalaalar irat ettiler ki artık benim için yakın bir noktadan haftada bir kere o mütalaaları dinleyip, istidadım derecesinde istifade etmekten başka yapılacak şey kalmamıştı.
Bir yerde mi okumuş, birinden mi işitmiştim bilmem: Vaktiyle bir kadın, zevcine ikide birde: “Sen edip, âlim, feylosof bir zatsın. Senin gibiler mehafil-i edepte nutuklar irat eder, alkışlanır. Şan, şöhret kazanır. Ben seni ne zaman öyle bir mevki-i hitabette görüp iftihar edeceğim?” dedikçe adamcağız lisanında lüknet olduğundan, kendisinde hırs-ı şöhret olmadığından bahis ile itizar edermiş. Bir gün kadının son derece ısrar ve ibramı üzerine bir mecma-ı üdebada hitabete mahsus olan kürsüye çıkar. (…)