Levn ve rayiha – Koku ile renk arasında bir münasebet var mı? – Kokunun suret-i intişarı – Açık renk libas, koyu renklisi – Esmer ve sarışın güzeller – Kıymet nedrettedir – Sırma saçlıların hasreti – Saç suyu bezirgânlarının hakkı var – Arz ve talep – El – Falcı avuca, tabip nabza bakar – Bakmaya lüzum yok, bir temas kâfi – Amerikalıların “mikyas-ı sıhhat”i.
Fen ve marifetin terakkisinden, münasebet bulunsun bulunmasın, bahsetmek bir âdet oldu. Birtakım harikalar, keşifler, sanayinin bu kadar mahsulat-ı bediası meydandayken terakkiyi inkâr etmek de mümkün değil. Fakat insan akla hayret verecek asar meydana koymaktayken yine en adi hadiseleri de layıkıyla izah ve tefsir edemeyerek her noktada aczini gösteriyor.
Görüyoruz… Nasıl? Keyfiyet-i rüyet bugün tamamen izah edilmiş mi? Hâlâ erbab-ı fen şebeke-i ayniyeye hayalin ters olarak mürtesim olmasından ve dimağa düz gitmesinden bahseylemekte yahut bizim dünyanın tersini gördüğümüzü iddia etmekte berdevamdır.
İşitiyoruz… Nasıl? Mevecat-ı sadanın tabl-ı üznde hasıl ettiği tesirat ve ihtirazatın dimağa nakliyle… Sonra bir sahib-i tetkik çıkıyor, anadan doğma bir sağıra musiki nağamatını dinletmeye, onu bununla müteessir etmeye kudret buluyor.
Kokluyoruz… Nasıl? Rayiha neşreden bir cismin sathından, mesela bir misk parçasından gayet hafif zerrat havaya münteşir oluyor. Bir oda içinde güneşin pencereden girerek hasıl ettiği huzmeye bakarsak fark ettiğimiz zerrat gibi. Bunlardan daha dakik… İşte bunlar hava ile burnumuza giriyor. Orada bir nevi tahriş husule getiriyor. Bu his ve teessürü dimağa isale-i müvekkil olan asap hizmetini görüyor, kokluyoruz.
(…)
[Hususi Fotografimizden]
[İmza: Diran Çırakyan]
-45-
Eslafta Dekadanlık ve Şeyh Galip
Geçende Hüseyin Cahit Bey’in “Parlak Tabirler” makalesini Sabah gazetesinde okuduğum zaman, “Artık bu mesele bu kadar vesaik-i nakliye, akliye ve delail-i tarihiyeden sonra makbul ve müspet addolunmalıdır.” demiştim. İstical etmişim.
Tab-ı selime muvafakattan, bir de gâh ü bigâh vezin ve kafiyeden başka bir kayıt ile mukayyet olmayan fikr-i şairaneyi, o fikr-i şairaneyi -ki Şeyh Galip merhumu:
Bir leması var ki şem-i canın
Fanusuna sığmaz asumanın!
diye muhteşem bir itiraf-ı hakikate mecbur etmiştir- birtakım köhne ve sathi hudutlar içinde sıkmak, boğmak, öldürmek arzusuna düşmek Niagara Şelalesi’ni bir navdan-ı hakire sığdırmaya çalışmak nevinden bir hayal-i muhal, bir teşebbüs-i beyhude olur.
(…)