Ekser, güneş batarken bir sarı yaprağın -Allah’a ihtizarında titreye titreye yalvarır gibi- sukutu, üryan bir dalın tesir-i rüzgâr ile zayıf bir bilek gibi- daima irtiası bana gizlice ölümü irae eder; acı acı gülümserim. O dakika dimağımda ıztırab-ı elim arız olur.
Geçende yine böyle bir hissin sevkiyle –rahmet-i Rahman’a müveddi eylediğim- taalükatımı ziyaret için Üsküdar’daki Karacaahmet Mezarlığı’na kadar gittim.
Ben makbereyi çocuğun mürebbisini sevmesi gibi korkarak severim. Makbere ezeliyet ile ebediyetin fena ile bekanın bir mahfel-i telaki-i nihanisidir. En saf en garibane gözyaşları buraya dökülür. En vicdani dualar buradan yükselir. Hiçbir şeyle nihayet bulamayan akdar-ı amal buracıkta müntehi olur. Mezaristan bir nihalistan-ı hazain-i reng-i sükundur ki baharı ancak sabah-ı mahşer, nesimi yalnız sur-ı İsrafil olabilir. (…)
[262’nci Nüshadan Mabad]
Romanlar daima cemiyet-i beşeriyenin bir halini bir tarz-ı maişetini, bir ihtiyacını, bir zaruretini arz ettiğinden şahsiyet dairesinde kalacak kadar küçük ve miskin maksatlı olmadığı gibi âşık ve maşuk hikâyeleri kadar da ehemmiyetsiz, bayağı ve hususi değildir.
Cemiyetin en meçhul kalan süfli tabakalarını yoklar, karıştırır. En pis vakalarını en murdar maişetini tetkik eder. Murdarlığa bakmaz çünkü büyük bir şeyi söylemek ister. Adeta -Zola’nın kendi teşbihi üzere- bir müşerrih gibi kadavranın takat getirilmez olan pisliğini hatırdan siler, siler de bir hakikat arar.
Natüralizm mesleğinin hassaları bana şu mühim hususlardan ibaret göründü. Bu bahsin ibtidasında sırf sanat hakkında estetik nokta-i nazarından beyan ettiğim mütalaalar meyanında idealizm ve realizm diye iki büyük mesleği zikrettiğim vakit bunların tetkikinden maksadımın ne olduğunu söylemiş ve her ikisinin de sanat nokta-i nazarından farklarını göstermeye çalışmıştım. Realizm en umumi manasıyla sırf tabiatı taklitten ibaret olan ve sanatı sanat için icra eden bir meslektir demiş ve onun da estetik nokta-i nazarından kifayetsizliğini beyan etmiştim. (…)