Ne elim tesadüf! Geçen Salı günü merhum Ziya Paşa’nın cenazesinde bulunmak üzere evinde, aile-i keder-didesi arasında bulunurken dokuz aydır hasta bulunan pederimin birdenbire ağırlaştığını haber verdiler; şaşırdım, oradan yanıma doktoru terfik ettiler, sokağa fırladık. Üç dakika sonra babamın balin-i ihtizarı başındaydım. Doktorun tesliyetkârane söylediği sözler bakiye ümidimi de mahvetti… Oracıkta kaldım; babam gözlerini kapamış, pek az müteheyyiç bir uykudaydı… Bilmem ne kadar vakit güzeran etti, galiba iki saat kadar sürdü, bu uyku yavaş yavaş kesb-i sükûnet etti, daha sonra elimdeki nabız harekâtını kesti, o hiç ızdırap çekmeden, hiç hissetmeden dünya uykusundan ebedî uykuya geçivermişti…
Sevgili babam geçen Salı günü böylece sakitane irtihal etti, hâlbuki hakikatte biz babamızı tam dokuz ay evvel kaybetmiştik; dokuz aydır onu zebun eden hastalık daha ilk nöbetiyle kuvve-i hafızasını, kuvve-i muhakemesini dağıtmış, kendisini süt gibi beyaz saçlı, beyaz sakallı bir çocuk yapmıştı. Bu çocuk hastalığının bidayetinde gayet hırçın, yaramazdı, hiç söz dinlemezdi, her istediğini yapmak isterdi, babamızın ikinci çocukluğuna çeşman-ı eşk-rizi ile nigeran olan ailemiz etibbanın verdiği karar üzerine ondan bir müddet ayrılmak elem-i müthişesine katlandı; bir tedavihane-i hususide kırk gün kadar bakılmak sayesinde aramıza gayet sakin, fevkalade tatlı bir çocuk olarak avdet etti; işte bu sükûnet-i hâl o vakitten beri devam eyliyordu.
(…)