Vapurda, şimendiferde yahut kıraathanelerde konuşanlara şöyle bir kulak verildi mi, bu sene havaların bir türlü ısınamamasından başka meselenin zemin-i mükaleme etmediğini görüyorduk. Kimisi süt gibi beyaz sakalını dest-i mühteziyle bir okşadıktan sonra: ”şu yaşa geldim, Mayısın 15’inde böyle serin hava görmedim; akşamları kahvemi pişirdikten sonra mangal başından ayrılmak canım istemiyor.” Diyor ki mangal başı mübalağası hürmetli ihtiyarın yaşına, hararete olan ihtiyacına nispet edilince pek o kadar ziyade gelmiyor. Bir başkası mesela bahçe merakındadır, henüz güllerinin gonca hâlinden çıkıp da güler çehre gösteremediğine sıkılıyor. Vakıa sahih! Derece-i harareti henüz bu hafta on beşten yukarı doğru yükselebilmiş bulduk; güller latif, hoş bu evrak-ı zarifesini daha yeni enzar-ı iştiyaka arz ediyor. Gül ne güzel çiçektir değil mi? Yar-ı sevda şiarı bülbül ile beraber koca şairleri ne kadar işgal etmiştir. Ben gülü çok severim. Bülbülü dinlemek pek zevkimdir. Ya sümbülü mü diyorsunuz? Muhabbetzede bir şairin safiyeden geçerim de kafiyeden geçemem dediği gibi haydi onu da sırada bulunduralım. (…)
İstanbul Postası