Mevsim-i baharı, baharın sıcağını, güzel havasını, hatta yağmurunu getiren lodos bu hafta hassalarının her birinden numuneler gösterdi; evvela on beş gündür devam eden Mart kışını geçirdi, hava açıldı, sonra da – lodosun gözü yaşlıdır derler – bereketli bir yağmur getirdi. Bu yağmuru müteakip mükemmel bahar demektir. Kâinatın devr-i teceddüdü olan şu mevsim-i ruh-nevaz, fusul-i erbaanın sanki gencidir; ağaçlar çiçeklenir, yerler yeşerir, yapraklar tomurcuklarını, damarlarımızdaki kanlara taze bir faaliyet gelir; dolaşmak, kırlarda gezmek, o çiçeklerin çimenlerin kokusuyla kesb-i letafet eden hava-yı safından teneffüs etmek isteriz, onun için insan martın, nisanın ilk güneşli gününü görünce şehirden harice çıkmak arzusuna düşer.
Bu arzu ile Boğaziçi’ne, Kadıköyü’ne, Florya’ya teveccüh edenler her taraf-ı vesait-i nakliyesinde iyi, kötü birtakım farklar buluyor.
Bu mevsimde her tarafta işittiğimiz bir kelime varsa o da “enflüanza”dır. Lakin şaka değil, hafif güzeran olan kış bu tatsız hastalığı şehrimizde hayli tevsi ettirdi; hem bu sene enflüanza vaktiyle ziyaretimize gelen neviden değil, insana kırk derece hararet, şiddetli baş ağrısı vermek, bir hafta yatakta yatırmakla iktifa eylemiyor. Ekseriya zatürreyi, zatülcenbi beraber getiriyor.
(…)
“Güneşin girmediği yere hekim girer!” sözü meşhurdur. Son mikrop nazariyelerinin meydana çıktığından beri bu sözün ehemmiyeti bir kat daha arttı. Mademki sıhhati ihlal eden mikrop ve rutubettir; mademki rutubet güneşin hararetini görünce mahvoluyor, mikroplar da mahvolmasa bile çokluk neşvünema bulamıyor; o halde güneşlenelim, güneşe karşı evlerde oturalım; doktorların tabir-i vechiyle güneş banyoları alalım.
(…)