Yolcu: Memur Efendi, bana giriniz, diyorsunuz ama nereye oturacağım?
Memur: Orası benim vazifem değil, vagonlar on kişiliktir.
Bugünlerde hakkıyla icra-yı hükm eden sonbahara sahihen dönmek kabil değil… Mümkün olsa her gün akşama kadar kırlarda dolaşacağım, o saf havayı durmayıp teneffüs edeceğim, yorulmayıp o yeşil çayırlar üzerinde gezeceğim; şehrin dağdağasından, hayatın ihtiyacatından azade, uzak olarak sonbaharın serdiği parlak, taze yeşil kaliçeler üzerinde yürüyüp gitmek, esen hafif rüzgârla bir yandan yaprakları dökülen ağaçlar altında oturup bu mevsime mahsus şeffaf ve parlak güneşin ziyası içinde ısınmak, sonra yine yürümek, kümelerle, alaylarla geçen kuşların tayeranını seyretmek, onların şevk-aver cıvıltılarını dinlemek ve yalnız bütün bu sade, temiz, tatlı meşguliyetle uğraşmak, ah ne güzel ömür değil mi?
(…)