Mevsim-i hazan derken mevsim-i şitayı getirdik. Bu hafta evrak-ı eşcarın sukut-ı hazinine sürekli, bereketli yağmurların teşkil eylediği sema-yı sipihrinin de inzimam etti. Of! Ben böyle ıslak, kapanık havayı hiç sevmem. Soğuk istediği kadar icra-yı hüküm eylesin fakat hava ratıp, sokaklar çamurlu olmasın. O ince yağmur mütemadiyen dökülerek her tarafı ıslattı, tesir-i nemnakını oda içlerinde bile hissettirdi mi bende neşe kalmaz. Onun için bu haftanın cumasında, pazarında odamı, yazıhanemin başını her mesireye tercih etmiştim. Yazdan beri birikmiş kalmış neşriyat-ı cedideyi sıraladım, onları okumakla vakit geçirdim. Hâlbuki ben odamdan ayrılmamışken beni cuma günü almışlar, Beyoğlu’na götürmüşler, bir gazinoda oturtmuşlar, para bozmak meselesinden dolayı gazinonun garsonuyla münazaa bile ettirmişler. Rüya görüyorum sanmayın. Size hakikat söylüyorum.
(…)
Ahval-i havaiyede vukuf sahiplerini dediklerine bakılırsa bu sene şiddetli kış olacakmış. Acaba kömürcüler bu rivayetleri işitip de mi fiyatı şimdiden yükselttiler, kara kömürün hasılatıyla beyaz kaymaklı kadayıf yemeye başladılar? Lakin şu muhtekir adamlardan korkmalı. Hükûmet-i seniyyenin himmet-i adalet-perveranesi olamayacak olsa fakir fukaraya soğukta kömürü gümüş pahasına yaktıracaklar. Yoksa kömürle pırlanta arasında fark olmadığını onlar da mı biliyorlar? Eğer bu cihete vakıf oldular da böyle yapıyorlarsa yanlışları var. Erbab-ı fen pırlanta ile kömürün farkı yoktur dediler ama kimyagerler pırnal kömürünü meydan-ı mukayeseye koymuyorlar.
(…)