Renklerin sıhhate tesiri – Tedavi-i Bilelvan
Renklerin vücuda, sıhhate olan tesiratına dair bu kısmımızda bundan evvel de bazı malumat verilmişti.
Herkes bilir ki ziya-yı şems temin-i safiyet ve nezafet hususunda istihdam edebildiğimiz müessirat-ı tabiiyenin en birincilerindendir. İnsanlar pek eski zamanlardan beri ziyada bu hasiyeti hissetmişlerdi. Hastaların kullanmış olduğu çamaşır vesaireyi güneşe sermek adet-i kadimesi şüphesiz bu histen mütevellittir. Zamanımızda da tesirat-ı ziyaiyeden, bilerek yahut bilmeyerek, az istifade mi olunuyor? Şurası muhakkak ki mikroplar üzerinde ziyanın pek büyük bir tesiri var, adeta güneş bu muzır hayvancıkların düşmanı, düşman-ı mahisidir denilebilir. Mesela derelerde güneşe maruz olan yerlerin gölgede kalan kuytu yerlerden daha az mikrop beslediğinde şüphe yoktur. Bunda hararetin de bir dahli olduğu inkâr edilemezse de bütün himmet hararetin değildir. Meskenlerimize yalnız hava ve hararet ithaliyle temin-i sıhhat mümkün oluyor mu? Güneşin ziyası girmeyen yerlerde yaşayanlar, hatta mütemadi bir cereyan-ı hava içinde bile bulunsalar, acaba kaç gün muhafaza-i sıhhat ve kuvvet edebilirler?
Eski, yeni bütün hıfzıssıhha erbabı meskenlerin bol bol ziya alabilecek surette inşasını tavsiyeden hâlî kalmamışlardır. Şehirlerde bu tavsiyeye ne kadar ehemmiyet verildiği, yani hiç ehemmiyet verilmeyerek süslü oluyor diye odaların pencereleri gittikçe tenkis edildikten başka kat kat perdelerle ziyanın mürur ve duhulüne set çekildiği malumdur. Vakıa loş odalarda esas ve evani daha nazar-firib, daha cazip görünür, fakat maatteessüf, hayat süsten ibaret değildir.
(…)
İşte Doktor Döza elvanın cümle-i asabiye üzerindeki şu tesiratına istinaden bazı sinir hastalarını renkli ziyalarla tedaviye teşebbüs etmiş ve muvaffak da olmuştur. Kendi ifadesine göre: Hayli zamandan beri yeis-engiz, muzlim bir sıkıntı içinde yaşayan, arzu-yı zatisiyle nadiren istitam eden bir hastayı kırmızı örtüler, kırmızı camlarla mestur ve mücehhez bir odaya kapamışlar üç saat sonra “hastanın şen ve şatır, yiyecek istediği görülmüş. (…)
Hiçbir edip hal-i hayatında bu İngiliz şairi Tenısın [Alfred Tennyson] kadar mazhar-ı tebcil olmamıştır denilebilir. Altmış sene mütemadiyen şiir söylemiş, elli sene İngiltere’nin en büyük ve en müteneffiz erbab-ı fikir ve hükmü tarafından memleketinin en büyük şairi tanınmıştır. Tenısın’ın eserlerinde izhar ettiği mükemmeliyete, muasırları üzerinde ihraz etiği nüfuza, bu mükemmeliyet ve nüfuzun bu kadar zaman devamını görmek bahtiyarlığına nail olmuş bir şair daha yoktur.
Valter Skot [Walter Scott] meşhur romanlarını yazmadan evvel neşrettiği şiirleriyle birden pek büyük bir rağbet görmüştü; fakat ne kendisi, ne de o rağbet devam edemedi. Hâlbuki Tenısın son saatine kadar şöhretinden, kudretinden zerre zayi etmedi. En son yazdığı “Crossing The Bar” manzumesi eserlerinin en mükemmel addolunanı ve en meşhurudur.
Bayrın [George Gordon Byron] cihanı sarsan bir iştihara nail oldu, tabir-i mahsus ile “Bir sabah uyanınca kendini aguş-ı iştiharda buldu.” Fakat bu şöhretin husulünden ziyade devamının sebebi şairin hayat-ı hususiyesindeki fırtınalar hakkında deveran eden şayiat-ı garibe, haiz olduğu nam-ı asaletle beraber hayatının intizamsızlıkları, zevcesinin talak için aleyhinde ikame ettiği dava, bir de vefatına sebep olan ahvaldir. Bundan başka zamanında Şelley [Percy Bysshe Shelley] gibi bugün İngilizlerin en büyük şairlerinden addolunan o zaman sadece kendisiyle hemyar tutulan rakipleri vardı. Hem Bayrın’ın şöhreti vefatından sonra yavaş yavaş inkisaf ederek bugün eski şaşasından külliyen mahrumdur. Otuz altı yaşında ölen Bayrın, denilebilir ki, birkaç sene içinde tehevvür ve ihtiras-ı şairanesinin ra’d ve berkiyle kavrulmuştur.
(…)
-Tarabya-