Şair-i bedayi-perver doktor Cenab Şahabeddin Bey biraderimizin Hicaz heyet-i sıhhiyesine memuren ve muvakkaten o canib-i âliye azimet eyledikleri ve gazetemize seyahat ve müşahedat-ı vakıalarına dair mektuplar gönderecekleri evvelce ilan olunmuştu. Birader-i vicdanımızın bu defa ilk mektub-ı seyahati idarehanemize vürut etmiş olmakla “Suriye’de Bir Cevelan” unvanlı makalemizin hitam bulacağı gelecek nüshadan itibaren derc-i sahife-i mefharet kılınacağını müştakan-ı asar-ı nefiseye tebşir eyleriz.
Cenab Şahabeddin Bey’in gazetemizle neşredecekleri mektuplar hıtta-yı mübareke-i Hicaziye hakkında tafsilat ve malumat-ı müfideyi havi olacak ve bilahare nafi ve mükemmel bir “bedreka-i hüccac” hükmünü alacaktır.
Yazdan hakikaten güzel bir numune olan cuma günü bu sene ramazanının en parlak eyyamından addolunmalıdır. Sanki iki gece evvelki fırtınayı, karı, yağmuru unutturmak istiyormuş gibi o gün cevv-i sema kâmilen buluttan ari, berrak ve mücellaydı. Güneş kışa mahsus eşia-i mailesini ruy-ı zemine inikâs ettirdikçe kardan, yağmurdan bakiye kalan rutubet kemal-i sürat ile bahara munkalip oluyor, ortalığı bir buhar-ı neşve ve neşat ihata eyliyordu. O buhar-ı neşveden teneffüs etmek arzusu herkeste hasıl olmuş olmalı ki asar-ı ramazanın en ziyade tezahür eylediği Beyazıt, Şehzadebaşı yollarında kalabalıktan geçilmiyordu.
Kalabalığı teşkil eden halk istediği yerden geçebiliyor muydu ya? Emel-i tenezzüh ile araba süvar olarak Direklerarası’na doğru ilerleyenler zevk ve şevklerine değil, sair tenezzühkâran arabalarına münkad! Güneşin etrafa inikâs eden ziyası, mevsim soğuğunu kâmilen izale edemediği için arabaların camları kapalı, birbiri arkası sıra -Beyazıt’tan Şehzade Karakolu’na kadar uzun kafile teşkil etmek üzere- dizili fakat o kafile-i müteharrike bir defa dâhil olunca atalet-i harekâtından bizar olur da çıkmak isterseniz kurtulmak kabil değil! Birkaç dakikada bir defa hayvanlar sabırsızlıkla yere çarptıkları ayaklarıyla bir adım atıyorlar, tekerlekler nısf-ı devr icra ediyor. Tekrar tevakkuf! Gittiğiniz taraftan gelerek caddenin öbür cenahını tutmuş olan araba katarı da tıpkı sizi taklit eyliyor! Cüzi yürümekle nim harekete gelen kupalar tekrar duruyor, hayvanlar bir meyusiyet-i teslimkârane ile; karşılarındaki arabanın mustatil şekilde ufak penceresine nigeh-endaz olarak tevakkuf eyliyor, seyisler arkadaki arabanın okundan korkarak ikide bir geriye enzar-ı endişekârane atfediyor. Bu esnada kafile-i müteharriki teşkil eden camları kapanmış kupalarda bulunanlar teati-i enzar ile meşgul oluyorlar. Zannederim akşam eve döndükleri vakit soğuktan kanı çekilmiş ellerini birbirine sürüp “Oh ne âlâ gezdik” diyorlar! Vakıa Beyazıt’tan Direklerarası’na kadar bir sefer etmek için üç saat zaman sarf etmek, bu zamanı arabanın kapalı camları arkasında, sair geçenleri seyir ile iştigale hasr eylemek de bir zevktir değil mi?
(…)