';
482. Sayı / 4. Sayfa

Miladi Tarih: 7 Haziran 1900

Rumi Tarih: 25 Mayıs 1316

3. Sayfa
2 Yazı
5. Sayfa
2 Yazı
Musahabe-i Edebiye

-61-

Son Yazılar

Geçende “Flober ve Asarı” ünvanlı makale-i mufassalayı yazarken Fransız mesalik-i edebiyesi hakkında sevk-i sadetle söylediğim birkaç söz, nakil ve irad ettiğim mütalaat, şekl-i ahir-i edebiyatımıza, son yazılarımıza dair fikrimde bazı mülahazalar uyandırmış; fakat bunları o zaman yazmak zaten pek uzayan makalenin daha ziyade kesb-i mutavveliyet etmesine badi olacağı için tehiri muvafık görünmüştü. Mülahazatımın pek yeni şeyler olmadığını önceden söylemeliyim; mamafih samimiyetimden emin olduğum için, yeni eski, düşündüklerimi saklamaya lüzum görmüyorum. Gazetelerin, yani onlara yazı yazanların ilk vazifeleri kendilerince hakikat addettikleri her şeyi kariilerine bildirmektir. Tekrar bazen mucib-i fevaid olur. İşte bu itikad ile edebiyatımızın şekl-i hâzırı hakkındaki naçiz birkaç fikrimi şuraya döküyorum. Mebahis-i edebiyeden bıkmış olanlara zaten sözüm yok!

Bu bapta zihni en evvel meşgul eden mesele şudur: Hayat-ı edebiyemizde filhakika bir tahavvül, bir yenilik vücuda geldi mi, gelmedi mi?

İbtida şurasını bilmeli ki bizatiha sanat hiçbir mektebe, hiçbir mesleğe mensup değildir ve olamaz. Şu kadar ki edebiyatta da, her şeyde olduğu gibi, birtakım edvar-ı tekâmül vardır; her devir üdebası kendilerinden evvelkilere merbuttur ve bu silsile-i irtibatın halkaları ahval ve adata, ezmine-i tarihiyeye göre mütebeddildir. Münekkitler bu tebeddülün hüküm ve esbabını temyiz ve tayin etmekle mükelleftirler. “Mesalik-i edebiye” hakikatte edebiyatın bazı hadisat-ı içtimaiye ve iktisadiye ile müteessir ve mütehavvil olmasından başka bir şey değildir. Cemiyetin, muhitin, terakkiyat-ı ilmiye ve fenniyenin sanayi-i bedia üzerinde nüfuz-ı fevkaladesi inkâr edilemez. Bir meslek-i edebi  -bazılarının zannettikleri gibi- bir heyet tarafından müzakereler, münakaşalarla kavaid-i umumiyesi tanzim edildikten sonra teessüs etmez; kendi kendisine, bittabi ve bizzarure vücuda gelir. Sonra bu meslek mensubininden muannid bir sebat-ı merama, tabii bir ihtiyaç-ı inzibat ve intizama malik biri muarizini ile çarpışarak kavaid-i esasiyesini ortaya koyar, bu suretle meslek tayin etmiş olur. Demek istiyorum ki kavaid ve nazariyat-ı edebiye asar-ı edebiyeden istihrac edildiği gibi mesalik-i edebiye de kendi kendine, kendi kendinden doğarak sonra yavaş yavaş tayin ve tedevvün eder. Sanat ebedidir, fakat mesalik-i edebiye ebedi, sabit bir hayata malik değildir; ahval-i içtimaiyeye, terakkiyat-ı fikriyeye göre değişmeye mahkûmdur.

(…)

Bombay Civarında Parsilerin Ölülerini Bıraktıkları “Sükût Kalesi” (Üstte)

Bu kaleler Hint’te pek çoktur. Yalnız Bombay civarında yedi tane vardır. En büyüğü otuz metre katrında ve on iki metre irtifaındadır. Emraz-ı müstevliye esnasında bu kalelerin, bu adet-i cahilenin ne derece mühlik olacağı vareste-i beyandır.

Hindistan’da Bir “Sükût Kalesi”nin Harici (Ortada)
Mekong Nehri Üzerinde Maraz-ı Müstevli ve Sariden Vefat Edenlerin Ecsadı (Altta)

Bilcümle kavaid-i sıhhiye hilafına olarak Laos ahalisi nezdinde emraz-ı müstevliye zamanında ölülerini çalı ve çırpıdan yataklar üzerinde nehirlere bırakmak adet-i mühlikesi cari idi. Tefessüh etmekte olan bu ecsad sirayete vasıta-ı müthişe oluyordu.