Şiirimiz
-Makabli geçen nüshalarda-
Nazmımızın elfazına müteallik nazariyat ve mütalaatı, mümkün mertebe teferruat ve tafsilattan da bahsetmekle beraber, hülasaten izah etmiştim. Şimdi -bilmem nasıl korkmadan- vadettiğim tetkikata girişmek, maaniye… şiirin ruhuna dair söz söylemek istiyorum! İnsaniyetle beraber doğan hiss-i şiir ne kadar barik ve nazan bir hassa-ı rakik ise mükevvenatın her zerresinde mündemiç olan ruh-ı şiir de o kadar mücerret ve manevi bir esir-i letafettir. Bu hissi, bu ruhu tutmak, maddiyet-i elfaz ile buna bir vücut vermek, o vücudu eşkâl ve hututuyla nazra-gâh-ı irfanda tersim etmek… İşte şimdi bu vazifeyi tahammül etmiş oluyorum. Bir bar-ı giran ki hüviyet-i maneviyeyi eziyor, lisan-ı şiir ve hakikati ebkem bırakıyor! Mamafih ummana düşmüş bir vücut gibi çırpına çırpına ufk-ı maksuda doğru ilerleyeceğim, yorulmayacağım; makaleyi mütalaa edenlerin nazra-i terahhumu benim için bu umman-ı müşkülat arasında, bütün semalara yükselen leyal-i emvacın üstünde bir kevkeb-i hidayet olacaktır.
(…)
16
Ten [Hippolyte Taine] ve Asarı
-500’üncü nüshadan beri mabad-
-3-
Ten Müverrih
Tarih, ezmine-i kadimeden beri enva-i edebiyattan bir nevi olmak üzere kabul edilmiş ve edebiyat tarihlerinde kendisine daima bir mahall-i mahsus ayrılmıştı. Müverrihler, her şeyden evvel vakayi-i maziyede kuvve-i muhayyilelerinin mesaisine madde-i iptidaiye arayan birer muharrirdi. Fakat yavaş yavaş bu eser-i sanata şüruh ve kuyud, mütalaat-ı tenkidiye, münakaşat ve mübahasat kisvesi altında malumat-ı fenniye nüfuz etmeye, tarih şairane olmaktan ziyade mütefennane yazılmaya başladı. Diğer taraftan arkeoloji, filoloji gibi ilimlerce vukua gelen terakkiyatın tarih-nüvisliğe pek ziyade hüsn-i tesirleri görülüyordu.
(…)