Mahkeme-i temyiz aza-yı kiramından atufetlü Ali Şehbaz Efendi hazretleri tarafından gazetemize mahsus olarak Dreyfus meselesinin cihat-ı hukukiye ve adliyesi hakkında yazılmış olan makaleyi derke dercile kesb-i fahr ederiz:
Bir müddetten beri Dreyfus meselesi her memlekette fikirleri meşgul etmektedir.
Dreyfus aleyhine lâhık olan hükümde isabet olup olmadığı ciheti mevzu-ı bahis bulunmak hasebiyle Fransa’da bu hususun bais olduğu kıl ü kal ve endişe esasen makul görülebiliyor ise de mahkemelerin lâyuhti olmamasına ve hükkâmın dahi sair insanlar gibi sehiv ve hatadan masun ve azade bulunmamasına nazaran nice nice eşhasın bila-mucip duçar-ı mücazat edilmiş oldukları muahhiren zuhur eden ahval ile nümayan olduğu halde hiçbir vakit keyfiyetin şu işte müşahede olunan ehemmiyet-i fevkaladeyi kesp etmediği calib-i nazar-ı dikkattir. Hatta miladi on sekizinci karnda Kalas’ın (Calas) Volter tarafından ve yüz sene mukaddem Lizörk’ün [Lesurque] müşahir-i vükelâ-ı daavî canibinden badelidam tashih-i mahkûmiyetleri yolunda kemal-i keremi ve belagatla vukua götürülen say ve gayret ve teşebbüsat bile bu derece tahdiş-i ezhanı badi olmamıştı. (…)
Miladi 1894 sene-i evahirinde yani bundan üç buçuk sene mukaddem Fransa erkân-ı harbiye yüzbaşılarından Harbiye Nezareti maiyetinde müstahdem Alfred Dreyfus’un tertibat ve tensikat-ı askeriyeye müteallik birtakım evrak-ı mühimme-i mahremane suretlerini bir ecnebi devlete teslim eylediği hakkında Fransa matbuatında zuhur eden şayia Fransızları azim-i halecana düçar etmişti. Almanya ile mabeynlerinde vuku bulan muharebedeki mağlubiyetlerini başlıca Prusya devletinin memleketlerine sevk eylediği eşhasın ihbaratına hamledegeldiklerinden Fransızlar serair-i askeriyenin hüsn-i muhafazasını mesail-i hayatiyeden addetmektedirler. (…)
1: Parlatorya –
2: Memurin Dairesi –
3: Su Makinesi –
4: Tuğla Fabrikası –
5: Adanın Bir Manzarası”
[İmza: Diran Çırakyan]
-36-
“Servet-i Fünûn’a yazı yazmak benim gibi âcize-i kalem için gittikçe güçleşiyor. Bu güçlüğün derecesini şimdi anladım. Çünkü edebiyat ile az çok tevaggül edenler için “Musahabe-i Edebiye” serlevhası altına yazı yazmak kadar kolay şey olamazken deminden beri yazacak pek çok mütalaalar varid-i hatır olduğu halde bakınız daha üçüncü satırdayım. Bir zamandır bu kürsi-i hitabete çıkanlar o kadar talakat, o kadar ihata gösterdiler, öyle nutuklar, öyle mütalaalar irat ettiler ki artık benim için yakın bir noktadan haftada bir kere o mütalaaları dinleyip, istidadım derecesinde istifade etmekten başka yapılacak şey kalmamıştı.
Bir yerde mi okumuş, birinden mi işitmiştim bilmem: Vaktiyle bir kadın, zevcine ikide birde: “Sen edip, âlim, feylosof bir zatsın. Senin gibiler mehafil-i edepte nutuklar irat eder, alkışlanır. Şan, şöhret kazanır. Ben seni ne zaman öyle bir mevki-i hitabette görüp iftihar edeceğim?” dedikçe adamcağız lisanında lüknet olduğundan, kendisinde hırs-ı şöhret olmadığından bahis ile itizar edermiş. Bir gün kadının son derece ısrar ve ibramı üzerine bir mecma-ı üdebada hitabete mahsus olan kürsüye çıkar. (…)