Birinci Mektup: El Kahire Vapurundan.
Son düdük havayı çançan etti:
Teşyi için gelenlerin son nazarları gideceklerin gözlerinden buse-i veda istiyor. Merdiven telaş ile çıkanlardan ziyade telaş ile inenlerle memlu… Güverte gittikçe tenhalaşıyor. Bazı gözlerde yaş, bazılarında bir tebessüm-i mahzunane, bazılarında derin bir durgunluk var. Artık bütün elsine sehlü’l-istifham bir Volapük hükmünü aldı: Hepsi yek meal, hepsi tahassür ve iştiyaktan, temenni-i selamet ve mülakattan bahsediyor. Türk, Arap, Rum, Fransız, İtalyan… Hepsi kendi lisanıyla aynı şeyleri söylüyor.
(…)
Bir evde bir sanatkâr bulunduğu zaman hane halkının az çok o sanata vukuf peyda etmeleri tabiat hükmünü alır. Doktor İzzet bize damat olmazdan mukaddem masaj denilen şey hakkında bir muharririn peyda edebileceği kadar da malumatım yok iken iki seneden beri tabib-i mumaileyh ile devam eden musahebat ve muhaverat-ı pederane ve ferzendane beni bu sanat-ı acibenin hakayık ve dekayıkına gereği gibi vakıf eyledi. O kadar ki doğrudan doğruya nazar-ı müşahedemden geçen bazı muvaffakiyat-ı icazkâranesi olmasaydı bile yalnız peyda eylemiş bulunduğum malumat-ı nazariye üzerine karilerime bir icmal arz etmeliydim. (…)
Masaj ki Osmanlıca olmak üzere “tedavi-i bi’l-mesh” tabir olunmaya başlamıştır. Bir keşf-i cedit, bir sanat-ı cedide değildir. Bana sorsalardı Frenklerin bir kelime ile eda ettikleri şu manayı bir cümle ile eda etmek tarikine gitmeyerek yine kelime-i vahide olmak üzere “delk” derdim. Ama birtakım zevzekler bu kelimeyi lamın kesriyle okuyarak kahkahalar ile güleceklermiş. (…)