-10-
Alman Tarihnüvislerinden Muallim Ranke [Leopold von Ranke]
Ranke’nin [Leopold von Ranke] fihrist-i asarı nazar-ı tetkikten imrar edilirse görülür ki bunlarda alelhusus Türkler, İtalyanlar, İspanyollar, Sırplılar, Yunanlılar, Venedikliler, Papalar, Fransızlar ve İngilizler mevzubahistir. Bu hercümerc-i milel ortasında Alman ve Prusya vakayii biraz boğulmuş gibidir. Bu cihetle Ranke’nin tarihi evvel emirde pek az millî zannolunur. Berlin darülfünunu lemaat-ı füyuzuna müstağrak eden bu allame-i şehir vazife-i talimiyesini suret-i ifasında da mekteb-i cedide müverrihinde asla benzemez. Akibet-endiş, ketum ve muhteriz olan tabiatıyla daima siyaset-i hazıranın haricinde yaşamış, müddet-i ömründe mesela bir mebus olmayı hatırına getirmemiştir. Yalnız müntesip olduğu fen için yaşayarak bütün hayatını kitaplarla mal-a-mal olan hücre-i iştigaliyle darülfünunu ve ulum-ı siyasiye akademisi içtimaatına hasır eylemiştir.
(…)
-1-
Ranke [Leopold von Ranke] Türenj [Thüringen] dâhilinde Vihe [Wiehe] şehrinde doğmuştur. Tarih-i tevellüdü 1795’tir. Sunuf-ı mutavassıtaya mensup olan ailesinden mein ve feyizkâr bir terbiye görmüştür. Türenj [Thüringen] bu arz-ı kısas ve rivayat, harab ve musin şatolarıyla hayat-ı cedideye karşı kâmilen kapalı gibiydi. Mekatibdeki usul-i tedris ta “reform” zamanından beri asla tebeddül etmemişti. Fransa ve İngiltere’de tatbikat-ı fenniye devri bir sabah nevin aydınlığıyla infilak ederek ufk-ı efkâr oradan bütün arzı deraguş edecek derecede tevessüe başladığı halde Türenjliler [Thüringen] hala nazarlarını leyal-i maziye doğru dikmiş, duruyorlardı. Bütün mesai-i zihniyeleri sarf ve nahiv kavaidini ezberlemeğe masruftu. Hayat-ı siyasiyeden orada eser yoktu. Ötesine berisine ormanlar, tarlalar serpilmiş, mahsuldar çayırlar saçılmış olan bu zengin ve münbit vadilerde ahali memnun ve müsterih imrar-ı hayat eyliyorlardı.
(…)
-Mabadı var-
5
Bugünkü Saadetler: Kâr ve Zarar
-1-
Evvela birer birer erkeği dişiyi ayrı ayrı tetkik ve tasvir ettik. İki tarafın bütün mahsusat ve temayülatını, amal ve elvanını biliyoruz. Flört denilen müfreze kavgaları ile muhasımın bir zemin üzerinde tesadüf eylediler, birbirine bakıyorlar; fakat bir zaman geliyor ki takarrüp ediyorlar. Tüylü pençelerinde tırnaklar şevk ve tehalükle dikiliyor. Ve artık aşk denilen mücadele-i müthişe başlıyor. İki tarafta da o kadar zevk ve saadet var. İleride vukua gelecek pençeleşmelerin zevkiyle iki hayvan şimdiden o kadar mest ü mahzuz ki iptida bu saadetten bahsetmek icap ediyor.
Bunun için bunda kâr mı yoksa zarar mı olduğunu anlamak için münasebet-i aşıkânenin evvela bir bilançosunu umur-ı adiye-i sarrafiyede olduğu gibi bir bilançosunu yapmalı. Kâr için bir sayfa, zarar için bir sayfa ayırmalı. Kâr ve zararı sırasıyla bi’t-terkim evvela cem etmeli, sonra tarh; o zaman herkesin aşk ve saadet dedikleri şeyin ne olduğu meydana çıkar.
Klod Larşe rast gele bir muaşakayı şu dediğimiz yolda tetkik ediyor. Bu kendi arkadaşlarından biri ile genç, zengin, güzel bir kadının muaşakasıdır. Erkek otuz altı yaşında, otuz bin lira irat sahibi, güzel, zarif, asil, romatizması falan yok, dişleri saçları tam. Kadın yirmi sekizinde; o da zarif, asil, yüz bin frank irat ve bir tek çocuk sahibi, kocası bulunmaz bir koca. İzdivaçtan sonra iptida dört sene iş iyi gidiyor ve bizim delikanlı ile kadın birbirini on senedir tanıyorlar. Fakat şimdiye kadar birbirine dikkat etmemişler. Bir gece bir bal kostüme de tesadüf ediyorlar. İkisi de tebdil-i kıyafet etmişlerdir. Erkeğin gözlerinde yanı başındaki güzel kadına ait bir lema-i arzu ve ümit, genç kadında bir gülme bir gülme… Sabahın altısında delikanlı evine avdet ederken arabasında bir müddet tefekkür edip, mesut ve memnun, kendi kendine şu küçük nutku irat ediyor: “Lakin hiç fena değil… Bu güzel, genç kadın bana bir eldiven gibi uyacak… İnce, mümtaz, genç… Âlâsı, daha yeni başlıyor, ben birinci olacağım. Ondan sonra evleri pek mükemmel, yemekleri enfes…” Kadının kendini beğendiğini görmüş, bunun için onunla bir münasebet ihtimalini düşündükçe namütenahi bir ani-i saadet karşısında bulunuyor, nefis ziyafetler, mükemmel müsamereler… Demek delikanlı iş daha başlamadan mest ve mesuttur. Haydi şunun kâr sütununa bu sabah hissettiği zevk için yirmi koyalım. Hâlbuki ötede kendisinin Leona Dasti isminde bir metresi vardır. Vakıa bu bir bankerle munasafeten idare edildiği için kendine pek çoğa oturmuyor. Fazla olarak kadının elli bin liralık iradı var. Banker de ayda altı bin frank veriyor. Delikanlı yalnız tiyatroda locaları, lokantalarda yemekleri, ara sıra bir hediyeyi sonra da eğlenceyi temin ediyor. Fakat bu kadın ile artık pek hususi olmuşlar, sıhhatlerinden hangi yemeği daha çok hazmedip hangisiyle rahatsız olduklarından bahsedecek dereceye gelmişlerdir. Genç, yeni rast geldiği asil, kibar kadına ilan-ı iştiyak edip muvaffak olacağım zannederken bir fün kadın kendisinin bir metresi olduğunu yüzüne vurunca metresi bırakmak lazım geliyor. Bu müfarakat kolay olmuyor, metresine on bin franklık bir çek götürüyor. Kadın kaymeyi parmaklarının arasında büküp suratına atıyor. İntikam almak fikrine düşerek yeni işi bozmasın diye korkusundan gidip iki bin liralık bir dizi inci alıyor. Delikanlının derece-i servetine nazaran bu mühim bir şeydir. Binaenaleyh kâr ve zarar defterine kayıt düşmek icap eder. Diğer taraftan böyle iyi, masrafsız, zarif bir metresi kaybetmek bir zarardır. Şu iki zarar için defterde sütun-ı mahsusuna kırk kayıt edeceğiz. Şu halde bilançodaki yirmi zarar tahakkuk etmiş olur.
(…)
-Tarabya-