Kâğıthane civarında keşif olunup üçünün resimlerini derç eylediğimiz membalardan celb edilecek sular hakkında malumat
Ahalinin su yüzünden çekmekte olduğu müzayakayı tehvin ve izale etmek, karahumma gibi bazı emrazın intikal ve sirayetine sular sebebiyet verdiği cihetle bazen aynı suyun tevzi edildiği bir mahallede emraz-ı mezkûrenin âdeta müstevli bir surette zuhur ve tevellüdü görüldüğünden bu hâle nihayet vermek maksad-ı merahim-mersad-ı teba-perverîsiyle Kâğıthane ve civarında keşf olunan takriben bin iki yüz metre mikâp suyun hazine-i hassa-ı şahanelerinden otuz bin lira sarfıyla toplanılıp kemal-i nezafet ve mahfuziyet dairesinde şehre kadar isalesi hususuna irade-i seniye-i hazret-i hilafetpenahî şeref-müteallik buyurulmuştu.
Geçen Mayıs’ta membaların zaptı ameliyatına başlanmış ve Ağustos’un on beşinde her memba grup grup oldukları mahallerde çeşme hâlinde zapt edilmiştir. En kurak geçen bir senenin sıcak zamanlarında yani geçen Ağustos ayında toplanılan sular ölçülmüş ve membaların yirmi dört saat zarfında bin üç yüz on metre mikabı su ita ettiği anlaşılmıştır. Yağmurlu mevsimlerde bu miktarın daha ziyade artacağı ve yaz ortalarına doğru bin beş yüz metre mikabından aşağı düşmeyeceği şüphesizdir.
(…)
Şiirimiz
-Geçen nüshadan mabad-
Şimdiye kadar gösterdiğimiz misallerle evzan ve kavafinin şerait-i tatbikiyesi izah edildi zannederim; nazımlara bir kere de ifade ve tertip itibariyle nazar edelim. Nazmın bir lisan-ı mahsusu bulunduğunu, biraz şiir okuyabilenler bile anlar, teslim eder. Fakat bu lisan-ı mahsus nedir? Kavaidi mazbut mudur? Yoksa her şairin kendine mahsus bir lisanı mı vardır? Bunlar birbirinden muğlak mesail olmakla beraber lisan-ı nazım hakkında da efkâr-ı musîbe beyanı ihtimal haricinde addolunamaz. Lisan-ı nazım mucez, binaenaleyh nesir lisanından kuvvetlidir. Bu bir esas addolununca kelime, ibare haşvlarına nazımda hiç mesağ gösterilemez. Bu lisan tabii olmaktan ziyade tabiattan mütevellit ahenk lisanıdır, binaenaleyh ahenk uğruna cümlelerin tertibat-ı tabiiyesi feda olunur; takdim tehir gibi, hazf-ı tekrar gibi birçok vesaite müracaatla vezin ve kafiyeden matlup olan ahenk istihsal edilir. Şu kadar ki cümleleri, terkipleri, kelimeleri hercümerç ederek ahenk uğruna manayı feda, hatta müeddayı anlaşılamayacak kadar ihfa bir zaman tecviz edilemez. Demek ki lisan-ı nazım birtakım kavaid-i mahsusaya tâbidir, her ciddi şairin bir lisan-ı mahsusu da vardır; lakin biz bunlardan ayrı ayrı bahsetmek istersek makale değil, risale yazmalıyız; maksadımız ise eşar-ı cedidede görülen büyük bir eser-i terakkiden bahsetmektir. Eski manzumelerde beyitler, hatta mısralar ayrı ayrı manaları ifade eder, yani bir ibare nihayet bir beyitte hitam bulurdu.
(…)