';
505. Sayı / 10. Sayfa

Miladi Tarih: 15 Kasım 1900

Rumi Tarih: 2 Teşrinisani 1316

9. Sayfa
2 Yazı
11. Sayfa
2 Yazı
Makale-i Mahsusa

Şiirimiz

Servet-i Fünûn’un on birinci cildi… Bunu yine baştan aşağı okudum, hep bildiğim münderecatını yine şimdi yeni eserler mütalaa ediyormuşum gibi vicdanımın en samimi bir hiss-i mesadetiyle tetkik ettim. Bu cildi okumakla bitiremiyorum, buna doyamıyorum; çünkü edebiyat-ı Osmaniye’nin edvar-ı tekemmülü arasında bütün mesai-i maziyenin semeratı, bütün amal-i atiye-i edebiyenin mukaddematı bu ciltte toplanıyor. Üç yüz on bir senesinin Şubat’ında ilk nüshası intişar eden bu ciltten sonra Servet-i Fünûn nüshalarından sekiz cilt daha teşekkül etti, aradan da dört beş sene geçti; şu kadar bir zamanda Servet-i Fünûn’un edebiyatımıza ettiği hizmetin derece-i kadr ve ehemmiyetini erbab-ı edep layıkıyla bilir. Ben edebiyat müntesiplerinden ziyade erbab-ı mütalaaya, daha hususice bir tabirle edebiyattan zevk alanlara hitap ediyorum, tekemmülat-ı ahire-i edebiyemizden onlara bir fikir icmali vermek emelindeyim. Neler yapıldı? Neler yapılıyor? Daha neler yapılabilecektir? Birtakım zevat var, teceddütten tab’an müteneffir; bedayi-i sanatı çehrelerinde kendilerince pek manidar, hakikatte gayet barid bir nim-hande-i istihza ile telakki ediyor. Bunları bırakalım, varsınlar eski divanlardan manalarını anlamayarak vezinlerini düşürerek, kırarak “o zülf ü hal ü ruh”, “siyah ü sefid ü sürh” gazellerini okusunlar!.. Birtakımı da var ki okumuyor, anlamıyor, söylersen dinlemiyor, dinlese de kulağına girmiyor, yalnız etrafa bir tufan-ı tariz yağdırıyor; bunları da zaten bıraktık, kendi yağlarıyla kavrulup duruyorlar; biz şübban-ı edeple görüşeceğiz.

(…)

Tetkikat-ı Edebiye

Halit Ziya ve Hikâyeleri

-Geçen nüshadan mabad-

Şimdi Mai ve Siyah’a geliyorum.

Namuslu bir dava vekili olan pederi vefat ettiği zaman Ahmet Cemil henüz tahsilini ikmal etmemiş, mekteb-i mülkiyeden çıkmaya bir senesi kalmıştı; Süleymaniye’de ikamet ettikleri bir evceğizden başka bir şey bırakmayan bu vefatın omuzlarına yığdığı bar-ı aile altında genç adam, fevka’l-had hülya-perver ve bikarar olmakla beraber, metanetini kaybetmedi. Kendine düşen vazifeyi takdir edip validesiyle hemşiresi İkbal’i iaşe için birçok çarelere müracaat etti. Mektebine devam etmekle beraber kitapçılara yazılar yazıyor, gazetelere tefrika tercüme ediyordu. Olanca emel-i hayatını valide ve hemşiresinin refah ve saadetine, bir de edebiyat âlemine yeniliği ile bir teceddüt getirecek olan o büyük eserine, bunun getireceği servet ve şöhrete vakfetmiştir, zira o şairdir. Bir gün bu emellerine bir emel-i muazzez daha iltihak ediyor: Sevgili dostu, mektep arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin, o babasının saye-i yesarında geniş bir hayat süren gencin hemşiresini, Lamia’yı bir aşk-ı hikâye-amiz ile seviyor.

(…)