İşte Ramazan-ı mübarek! Pazar günü İstanbul’umuz için kışın fevkalade sayılacak latif havalı günlerden biriydi. Sema külliyen buluttan ari, hava saf, rüzgâr pek hafif; güneş şuaat-ı mailesiyle her tarafı nura gark ediyor; kırlar, denizler mevsim-i bahara mahsus taravet ile parlıyordu. Tabiatın bu letafeti herkesi sokaklara, kırlara dökmüş, evlerde durmak imkân haricine çıkmıştı. O gün şehrimizin her tarafı hakikaten hoş bir manzara arz eyliyordu; İstanbul tarafında ramazan hazırlığı görülüyor; Galata’da, Beyoğlu’nda sene başı tehyiatında bulunuluyor; dükkânlar işliyor, herkes elinde paketlerle geçiyor; tatlı bir cuşuhuruş, mesut bir galeyan dad u sited… Semada ise güneş gittikçe parlıyor, ortalığa ruh-bahş bir hararet dağıtıyordu.
Bu hararet-i latifenin tesiriyle ısınarak bu beşaşet-i umumiye ile mahzuz ve mesut olarak Vezneciler’e doğru gidiyordum. Şu caddeden haftada hiç olmazsa iki defa geçerim; bilmem neden bugün her günkü gibi yürümüyordum; Müfekkirem meşguldü. On sekiz yirmi sene evvelini derhatır ediyor, o günle bugün arasında gayriihtiyari bir mukayese yapıyordum. Sakın caddenin temizliğinden, binaların büyüklüğünden bahsedeceğim zannetmeyin. O kadar zaman içinde şu sokak biraz genişlemek, bir katlı ahşap dükkânları yine bir katlı tuğla dükkâna tahvil etmekten başka şu hams-ı asra layık bir terakki göstermemiştir. O zaman yol dardı; mürekkepçilerden iner inmez sıralı abacı dükkânları başlardı; köşedeki helvacı dükkânı ile bunların arasında bir hayli kalemtıraşçı, kuşçu dükkânları diziliydi. Sıdki, Ruhi, İlmi, Ayni gibi hep aşağı çeker isimlerle mütehallis olan bu kalemtıraşçılar Avrupa çakısı ticaretinin revaç-ı mütezayidi yüzünden nihayet kayıplara karıştı, kuşçular da uçtu gitti. Yerlerine başka dükkânlar, dükkâncılar kaim oldu. Şimdi Vezneciler’den geçerken manzara-i hariciyeleri oldukça düzgün, camekânlarında hep Müslüman isimleri muharrer tuhafiye mağazaları, yorgancı dükkânları, eczaneler görüyoruz. Birader-i a‘azzımız Doktor Besim Ömer Paşa’nın küçük biraderi mekteb-i ticaret mezunlarından Kemal Ömer Bey’in yeni açtığı dükkân da işte tam bu sıradadır. Fikr-i ticaretin aramızda yavaş yavaş uyanabildiğine delalet ve şehadet eden Vezneciler Caddesi doğrusu insanı memnun ediyor; fakat bu hâli bazı refikamızın -şüphesiz bir maksad-ı terakki-pesendane ile- yaptıkları gibi lüzumundan fazla bir velvele-i iftihar ile ilan olunacak terakkiyat- ticariyeden addedersek bilmem ama biraz ayıp olur sanırım. İstanbul’un bir milyon İslam nüfusu içinden şaz kabîlinden olarak dört beş adam meslek-i ticarete heves etmiş, tahsil gören şübban memleket arasında birkaç Kemal Ömer tarik-i ticarete salik olmuş ve oluyor ise bu adamlar şayan-ı takdir ve tebriktir; lakin buna bakarak “Bizde ticaret terakki ediyor!” diye pohpohlara kalkmak, beş altı kişinin gayretinden umuma hisse-i mefharet çıkarmak, daha doğrusu umumu bu gayrete müşterek göstermek haksızlık olur. Hususa ki İstanbul’da diğer vatandaşlarımızın bu kadar binlerce mühim mağazaları, dükkânları göz önünde duruyorken!.. Bu bizimki olsa olsa bir başlangıçtır ve ancak bu haysiyetle şayan-ı memnuniyettir. Biz ticaretimizin terakkisinden ne zaman bahsetmeliyiz, bilir misiniz? İstanbul ticaret-i cesimesinin hiç olmazsa sülüsü böyle Kemal Ömerlerin ellerine geçtiği zaman; zira düşünelim ki nüfus itibariyle İstanbul’un sülüsanını tecavüz ediyoruz… “Bu sözler iyi, ticareti hep severiz ama onu yapmak için sermaye hani ya?” yolunda mahza söz olsun diye söylenen lakırtılara, teselli-i atılane ve mahrumane kabîlinden ileri sürülen iddialara gelince gayet kısa bir cevap olmak üzere derim ki: En büyük ticaret evlerinin yüzde sekseni her yerde pek ufak ama pek ufak sermaye ile başlamıştır; hakikat-i hâl bu ticarethanelerin yirmi otuz evveline atf-ı nazar edilince anlaşılabilir.
(…)
Zola [Émile Zola] ile Burje [Paul Bourget] – Burje’nin Dreyfus [Alfred Dreyfus] mesele-i içtimaiyesindeki mevkii – Jül Lömetr’in [Jules Lemaître] Burje’ye dair mütaalatı – Tenkit – Akademi azasından Vukue’nin fikri – Moris Baras ve Dölafos’un Burje’ye ait mütalaarı – Tiyatro muharriri Moris Done – Son piyesinin hülasası – Larome’nin fikri.
Mösyö Eyögüyo geçende Figaro gazetesi muharrir-i siyasiyesi Jül Koranelli’nin Dreyfus faciasına dair yeni bir kitabından bahis ile diyordu ki: “Dreyfus mesele-i içtimaiyesi müşkül bir imtihan, dehşetli bir tecrübeydi. Bu tecrübe Fransızların bir kısmını büyülttüğü gibi bir kısmını da bütün beşeriyet önünde tezlil ederek kader ve haysiyetlerinin mahvına badi olmuştur.” İşte pek doğru bir söz. Lakin insan, bu sukut edenlerden bazıları için esbab-ı muhaffefe görmek istiyor; çünkü pek çoğunun ilim ve fazlından bütün cihan-ı medeniyet istifade etmiştir. Onları Pati dö Klam [Armand du Paty de Clam] gibi birer fail-i şeytanetkâr addetmeye kimse razı olmaz. İhtimal ki hata ediyorum, lakin fikir ve hissim tamamen bu merkezdedir. İşte bu hafta esmar-ı matbuatımızda mevzubahis edilecek olan edib-i şehir Pol Burje de o meselede ziya-yı hakikate karşı gözlerini yuman üdebadan biridir; heyhat!..
(…)