Şeyh Sadi
Bir iki aydan beri takib-i avasıf-ı hümum ile merkez-i itidalinden kaymış, hareketten kalmış olan ibre-i raşan-ı kalem şu aralık mütemadi şedid bir cereyan-ı elektrikiye tutulmuş gibi yazmak hırsını yenememekte, adeta parmaklarımın arasında saha-i sefid-i sahife doğru can atmaktadır. Buna da küçücük bir vakıa sebep olmuştur. Küçük bir sebebin ekseriya büyük büyük neticelere saik olduğunu –Nivton’un [Newton] elmasıyla cazibe-i külliye-i cevviye kanunun mukayesesine lüzum bırakmaksızın– hadisat-ı yevmiye hemen her gün arkasından sürüklediği netayiç ile ispat etmektedir.
(…)
Romancı!.. Ta on yaşımda iken, on beş sene evvel, gördüğüm ilk tiyatro üzerine gelen bir inhimak-ı mecnunane ile bizde mevcut tiyatro kitaplarının hepsini okumuş, bundan heveslenerek birçok oyunlar yazmış, sonra merakımı romanlara sarmıştım; işte o zamandan beri hayatımda en birinci emelim, bütün amal-i saireme hâkim emel bu oldu: ben de bir romancı olmak istiyordum.
Fakat o zaman okuduğum ve bayıldığım romanlar Gece Yolcuları, Londra Biçaregânı, Hüseyin Fellah olduğundan romancılığı bundan ibaret zannediyor, öyle yazmaya uğraşıyordum ve bir gün, birçok tecrübelerden, koşuşlardan sonra, rüştiyenin son senesinde, şimdi on bir sene oluyor, Denaet -yahut- Gaskonya Korsanları diye bir romanı, ilk tamam romanımı yazıp onu o zaman sınıfımızın baş romancısı olan bir arkadaşım da takdir ettiği zaman kendi kendime “İşte artık ben de romancı oldum!” dedim.
(…)