Fotografyanın sanayi-i nefiseden madud olup olmadığına dair bast-ı mütalaa edenler hep nefy cihetini iltizam etmişlerdir, fotografya ile sanat arasını derin bir uçurumla daima tefrik eylemişler. Bunun sebebi de malumdur: Bir şeye eser-i sanat denebilmek bunun mutlaka bir sanatkâr elinden çıkmasına yani fikriyle, hissiyle, ruhuyla bunu vücuda getirmek için çalışan ve çalıştığını bilen bir şahsın eseri, eser-i şahsisi olmasına tevakkuf eder. Hâlbuki fotografya böyle değildir; onda şahsiyet yoktur, onun müessiri bir şahıs değil, bir makinedir. Asar-ı sanat -burada maksadımız bilhassa resimlerdir- hep tabiattan alınan eşkâl ile vücuda getirildiği için eşkâl-i tabiiyenin en sadık aksinden başka bir şey olmayan fotografyanın da mahsul-i sanat sayılması evleviyette kalırdı, eğer -demin söylediğimiz gibi- bunun müessiri bir makine yerine bir şahıs olsaydı. İş bir şeklin tabiattan kuru kuruya istinsah edilmesinde değil, onun intihabında, bir fikr-i samimiye göre tadil ve tezyininde, hasılı onu istinsah eden şahsiyetin onda bırakacağı izlerdedir. Fotografyada ise şahsın yapacağı şey nihayetü’n-nihaye mevzunun, istinsah edilecek şeklin intihabından ibaret kalır; kusurunu makine yapar.
Vakıa fotografyanın sanayi-i nefiseden addolunmasını isteyenler bunu yalnız makinenin himmet-i camidesine bırakmayarak alınan klişeleri sonradan birçok tadilat-ı sanatkârane ile daha rakik, daha cazip bir hâle getiriyorlarsa da bu, eserlerinin bir eser-i sanat kıymetini ihraz etmesine yine kâfi olamıyor. Şu adem-i kifayeti fotografyaların gayr-i mülevven olmasından mütevellittir zannetmemeli; adi kurşun kalemiyle yahut kömürle yapılan resimler o kıymeti haiz olduğu hâlde fotografyanın mahza onlar gibi elvandan ari bulunması bu meziyetten mahrumiyeti için tabii bir sebep olamaz. Mesele resmin renkdar olup olmamasında değildir. Resim demek eşkâl ve menazır-ı tabiatın aynı aynına taklit ve temsili demek olsaydı fotografyalar da pek güzel birer resim, birer eser-i sanat sayılırdı; zira birkaç seneden beri fotografya meraklıları tarafından öyle güzel, öyle hurdeli, öyle müntehap, öyle mümtaz hasılı öyle sanatkârane eserler ortaya konuluyor ki bunları bir nazar-ı basit ile temaşa edenlerin hissettikleri zevk en mükemmel tabloların karşısında duyulan hazdan pek aşağı kalmıyor. Bunları yapanlar klişelerini gayet ince rötuşlarla âdeta değiştiriyorlar; başka bir hâle, kurşun kalemiyle yahut kömürle yapılan resimler hâline getiriyorlar ve bunda şüphe yok ki kendilerinin, kendi şahsiyetlerinin bir eseri mündemiç bulunuyor. Fakat ne kadar olsa esas yine evvelki esastır, makinenin aldığı akisten ibarettir. Hâlbuki resimde esas da teferruat da ressamındır; birinci hattan son gölgeye kadar onun mahsul-i maharetidir.
(…)