Bugün dört yüz on yedinci nüshasını vaz-ı mevki-i intişar eden Servet-i Fünûn bu nüshasıyla dokuzuncu sal-i hayatına iptida ediyor. Dokuz sene, öşür asırdan bir yıl eksik; âdeta bir ömür. Onun için gazetemizin serlevhası kenarındaki kelimeleri bu defa bir daha değiştirip sekizinci seneyi dokuz, on altıncı cildi on yedinci diye tashih ederken yazıhanemin başında bir müddet mütefekkir kaldım. Şu saatte dokuz yaşına giren Servet-i Fünûn’un teferruat-ı hayatiyesi piş-i nazarımdan geçiyordu. Merhum Nâbizâde ile ilk nüshayı tertip eylediğimiz günden şimdiye kadar gazetenin bütün sergüzeştini tahattur ediyordum. İlk nüshamız; ah, bunu o zaman ne kadar beğenmiştik!
Sonraki ciltlerin suret-i intişarı da hatırımdaydı Servet-i Fünûn’un şan-ı Osmaniye çespan bir surette temin-i intişarı zımnında taraf-ı eşref-i hazret-i cihan-baniden ibzal buyurulan atufet ve inayet-i maarif-perverane sayesinde Servet-i Fünûn ikinci seneden sonra hakikaten bir musavver gazete oluyordu. O senenin nüshalarındaki güzel levhalar buna şehadet eder. O zaman münderecat programımız henüz tevsi olunmamış olduğu için en ziyade mübahis-i muhtelife-i fenniye ve medeniyeye müteallik makaleler neşrediyorduk. Zaten bu meşgalede sevgili kardeşim Mahmud Sâdık Bey’le yalnızdım. Heyet-i tahririye böylece iki kişiden mürekkep olduğu gibi heyet-i idaremiz de pek muhtasardı; yani yalnız ben vardım. Abone kaydediyor, defter tutuyor, tashih yapıyor sonra da makale yazıyordum! Bu hâl birkaç seneler devam etti.
Servet-i Fünûn ilk nüshadan beri ittihaz ettiği meslek-i müstakim-i had-şinasane sayesinde bilcümle erbab-ı fazl ve namusun mazhar-ı takdir ve iltifatı oluyordu.
(…)
Fennî Tiyatrolar – Fennî tiyatroların fevaidi – Tedrisat-ı fenniyenin tamimi – Teşekkül-i Âlem: üç perde, beş tablo – Mikropların fevaid ve mazarratı – Bitaraf mikroplar – Bazı mikroplar kendi mezarlarını kendileri kazıyorlar – Kuru ot yığınlarında yangınlar – Üç yüz derece hararet – İhtimar ve Matmazel Golden’in tetkikatı – Tuzlayalım da kokmasın.
Jul Vern [Jules Verne] ismindeki muharririn fennî romanları meşhur-ı âlemdir. Bunları âlem-i medeniyette bilmeyen hemen hiç kimse yoktur. Avrupa lisanlarının kâffesine mütercem olduğu gibi sahib-i imtiyazımız Ahmed İhsan Bey kardeşimizin himmetiyle kütüphane-i irfanımıza da bu eserler yadigâr kılınmıştır. “Seksen günde devr-i âlem”in henüz mümkün olmadığı sırada bu müellif-i dürbin bu müddet zarfında o seyahatin vukuunu tasvir etmiş, hin-i tasvirinde hayal olan bu hâl şimdi hakikat sıra geçmiştir. Seksen Günde Devr-i Âlem eseri bir roman suretinde kalmayıp tiyatroya da tahvil olunmuş, tiyatro sahnelerinde kemal-i şevk ve merakla seyredilmiştir.
Fennî tiyatro deyince akla iptida Jul Vern’in asarından tiyatroya tahvil edilenler gelir. Bunda şüphe yoktur. Bu müellif zû-fünunun fünunun müstakbeline ait olarak tasvir ettiği, birkaç gavamız-ı fenniyeyi derc u merc eylediği asarı fevkalade bir istifadeyi temin ettiği gibi bunların tiyatroya tahviliyle vaz-ı sahife-i temaşa edilmesi de bu istifadenin derecesini tazif eder. Fakat bugün Avrupa’da tiyatro sahnelerinde bile fen ve marifetin tedrisi için başka yollar, tedbirler düşünmüşlerdir. Ve Jul Vern tiyatro şekline konulan asarına vaktiyle vermiş oldukları, “fennî tiyatro” namını şimdi başka yolda tertibata vermekte bulunmuşlardır.
(…)