Defaatle sahiplerini iflas ettirerek türlü türlü şekillere girmiş olan Beyoğlu’ndaki Koron Gazinosu’nda köşe penceresinin yanında oturmuş gözümü sokaktan gelip geçenlerden ayırdıkça kâh karşımdaki masa başında bulunan kır sakallı mösyöye kâh elimdeki gazeteye bakıyordum. Gazetelerin verdiği havadis de ne kadar kasvet-efza! Londra’da harik-i müthiş, Paris’te bir fırtına, Petersburg’ta feyezan-ı miyah, Viyana’da parti münazaatı hep birbirini vely eyliyor!
(…)
Okuduğum bu tafsilat o kadar ruhuma sıkıntı verdi ki karşımdaki mösyönün belki yüzüncü defa olarak -yine benim gibi zahir iç sıkıntısından olmalı- parmakları arasında devrettirmekte olduğu kibrit kutusunu eliyle bir kenara fırlattığı zaman ben de kapı dışarı fırladım. Orada bir arkadaş eli kolumdan yakaladı, adam gezelim diyordu. Vakıa benim de aradığım buydu.
(…)
Ben de İstanbul yolunu tuttum. Tünel son derece kalabalıktı. Nasıl olmasın? Bu sene ardı arası kesilmeyen yağmurlar sokaklarımızın çamurunu hiç görülmemiş dereceye getirdi. Yürümek kâbil değil. Rivayete nazaran lastik satanların yüzü pek gülüyormuş. Ha biliyor musunuz bir de hangi esnaf memnun? Bahis ederim ki keşfedemeyeceksiniz. Zira sizin zannınız gibi kömürcülerden dem vuracak değilim. Bu kış mendil satanlar ziyade seviniyormuş, şimdiki kadar mendil sürümünü hiç görmemişler.
(…)
Yeniden açılalı henüz bir sene olmadığı hâlde Çarşı-yı Kebir’de de boş dükkân kalmadı gibi. Şu yaş, çamurlu mevsimde en güzel mahal-i tenezzüh Kalpakçılarbaşı olduğunda şüphe yoktur değil mi? Çarşının eski hâlini göz önüne getirenler şimdi o kadar büyük fark bulmuyorlar. Hele henüz tamiratı hitam bulmamış yahut yeni küşat olunmuş yan sokaklara sapılmayacak, oranın sahipsiz dükkânları görülmeyecek olursa asıl Kalpakçılarbaşı Caddesi eski manzaradan daha ziyade hiss-i tesir hasıl eyliyor. Yek-tarz, yeknesak dükkânlar, yeni yapılmış camekânlar, henüz asılmış parlak levhalar, yeni cilalanmış tezgâhlar üzerine gelişigüzel açılmış son moda kumaşlar çarşı manzarasının letafetini arttırıyor.