Daima bir büyük hiss-i ihtiram ile namını yâd eylediğim Portakal Mikail Paşa’nın hayatından artık ümit kalmadığını perşembe günü duymuştum. Bu haber bana kemal-i şiddetle, dehşetle tesir eyledi. İnanmamak istiyor, muhterem muallimimin gaybubet-i ebediyesini pek müessir buluyordum. Bir de Portakal Paşa’yı pembe çehresi, geniş omuzları ile gözümün önüne getirdikçe mematla aralarını çok uzak görüyordum. Hâlbuki aldığım haber bir hakikatti. Yarım saat evvel yanından ayrılan tabib-i hazık “Hasta fennen vefat etmiştir, bu gece son nefesini teslim eder.” diyordu.
(…)
Portakal Mikail Paşa’dan Mekteb-i Mülkiye’de 1300 ve 1301 senelerinde iki sene ilm-i usul-i maliye okudum. Üstadım olmak hasebiyle kendine karşı kalben hasıl eylediğim hürmet ve tazime müteaddit muallimlerimiz arasında ancak bir iki tanesine münhasır olan büyük bir hiss-i muhabbet munzam olurdu.
(…)
Portakal Paşa’nın kendine mahsus bir takriri vardı. Kendisi hakikaten natuk adamdı. Türkçeyi pek güzel, kusursuz, şivesi fevkalade düzgün olarak söylerdi. Fransızcası da kusursuzdu. Mektepte haftada iki defa Türkçe takririni dinleyerek meftun-ı natıkası olduğumuz üstad-ı muhteremi bir defa da Beykoz’da mum fabrikasının resm-i küşadında Fransızca irad-ı nutuk ederken görmüştüm. Hakikaten mükemmelen ifade-i meram eyliyordu.[*]
[*] Fransızca nutkun tercümesi dokuzuncu cildimizde münderiçtir.
(…)