Alüminyum, ordularda istimalinden fayda – Seyrüsefer hâlinde alüminyumdan kaplardan istifade – Bahr-i Siyah – Bahr-i Siyah’ta hayvanat ve nebatat – Rusya’nın enharı ve Boğaziçi’nin cereyanları – Kumlu sabunlar ve mahal-i istimali – Samandan kaldırımlar – En güzel bir et suyunun suret-ı istihzarı – Et tuzları.
Asr-ı ahirde ulum ve fünunun ve sanayinin fevkalade terakki ettiğine kimsenin şüphesi yoktur. Daha doğrusu ulum ve fünunun zannolunduğu derecede terakkisinden şüphe edenler bulunmakta ve beşeriyetin temin-i saadet ve istirahati yolunda terakkiyat-ı ilmiyeden muntazır olan faydanın istihsal edilemediğini iddia edenler görülmekte ise de sanayiye teferru eden malumat-ı beşeriyenin vüsat bulduğu ve bu sayede sanayinin pek ileriye götürüldüğü müttefiken cay-ı inkâr görülmüyor.
(…)
Alüminyumun hüviyeti hakkında şimdiye kadar Servet-i Fünûn pek çok söz söylemiş ve hatta asar-ı medeniyeyi terakkiyat-ı sınaiyeye nispetle öteden beri birer madene nispetle yâd etmeleri, mesela Tunç Devri, Bakır Devri, Demir Devri demeleri nazar-ı itibara alınarak asr-ı ahir-i medeniyete de “Alüminyum Devri” demek münasip olacağını göstermişti.
(…)
Sanat ilerliyor lakin tetkikat-ı fenniyyeden de erbab-ı fen hali kalmıyorlar. Bizim asla merakımızı calip olmayan, hatırımıza gelmeyen cihetleri düşünüp taşınıyorlar. Hem merakımızı tahrik, hem de bu merakı bilahare hal ve fasıl ediyorlar. Mesela erbab-ı fenden biri Bahr-i Siyah’ta tetkikat icra ederek görmüş ki bu denizin suları bir umka kadar hayvanat ve nebatat-ı bahriyeyi besleyebilip ondan aşağıda asar-ı hayat görülmüyor. Niçin? Bahr-i Siyah bize pek yabancı olmadığından hâl ve şanı hakkında icra olunan tetkikata ve bu tetkikat sırasında meydana çıkan “niçin”lere verilecek cevaplara merak ederiz. Bahr-i Siyah’ta 1800 metre umktan aşağıda asar-ı hayat görülmeyip ancak birkaç nevi mikroba tesadüf olunabilmekteymiş. Ah bu mikroplar!
(…)
Daima bir büyük hiss-i ihtiram ile namını yâd eylediğim Portakal Mikail Paşa’nın hayatından artık ümit kalmadığını perşembe günü duymuştum. Bu haber bana kemal-i şiddetle, dehşetle tesir eyledi. İnanmamak istiyor, muhterem muallimimin gaybubet-i ebediyesini pek müessir buluyordum. Bir de Portakal Paşa’yı pembe çehresi, geniş omuzları ile gözümün önüne getirdikçe mematla aralarını çok uzak görüyordum. Hâlbuki aldığım haber bir hakikatti. Yarım saat evvel yanından ayrılan tabib-i hazık “Hasta fennen vefat etmiştir, bu gece son nefesini teslim eder.” diyordu.
(…)
Portakal Mikail Paşa’dan Mekteb-i Mülkiye’de 1300 ve 1301 senelerinde iki sene ilm-i usul-i maliye okudum. Üstadım olmak hasebiyle kendine karşı kalben hasıl eylediğim hürmet ve tazime müteaddit muallimlerimiz arasında ancak bir iki tanesine münhasır olan büyük bir hiss-i muhabbet munzam olurdu.
(…)
Portakal Paşa’nın kendine mahsus bir takriri vardı. Kendisi hakikaten natuk adamdı. Türkçeyi pek güzel, kusursuz, şivesi fevkalade düzgün olarak söylerdi. Fransızcası da kusursuzdu. Mektepte haftada iki defa Türkçe takririni dinleyerek meftun-ı natıkası olduğumuz üstad-ı muhteremi bir defa da Beykoz’da mum fabrikasının resm-i küşadında Fransızca irad-ı nutuk ederken görmüştüm. Hakikaten mükemmelen ifade-i meram eyliyordu.[*]
[*] Fransızca nutkun tercümesi dokuzuncu cildimizde münderiçtir.
(…)