Eski inşaat, yeni inşaat – Güneşin inşaata tesiri – Güneş hayattır – Paris’te Klişi [Clichy] Sokağı’ndaki hane – Kiralar pahalı.
Terakkiyat-ı fenniye her cihette olduğu gibi fenn-i inşaatı da kamilen değiştirdi. Hele ikametgâh-ı hususiyelerin taksimatında, vaziyetinde, tarz-ı inşasında büyük tebeddül görüldü. Bu tebeddül sade Avrupa’da değil, memleketimizde dahi meşhut oluyor. İnşaat-ı cedidenin atika ile olan mübayenet-i külliyesi bazı mahallelerimizde yeni yapılmış evlerle orada eskiden kalma, kırk elli daha ziyade yaşta ikametgâhlara bir nazar atfıyla anlaşılır. Eskilerin basık, donuk şekli; güneşsiz, rutubetli hâli nerede, yenilerin mürtefi bodrum katları üzerine oturmuş mütebessim, zarif, aydınlık, kurak manzarası nerede! Şimdi mimarlar kavaid ve kavanin-i inşa ile beraber kavaid-i hıfzıssıhhaca da kat’a nazar-ı dikkatten dûr tutmuyorlar. Güneşin girmediği eve hekimin gireceğini, binanın rutubetli yerlerde çabuk eskiyeceğini bilirler, ev sahiplerine söylüyorlar. Onun için yeni inşaatta ömründe içine ziya-yı müstakim-i şems nüfuz etmemiş, daima ratıp bir koku neşreder o cesim avlular, güneşten mahrum şimal tarafına maruz cepheler, yeşil duvarlar hiç görülmüyor.
(…)
Paranın sarfından korkulmadıktan sonra hıfz-ı sıhhat ve “konfor” kavaidine mutabık olarak Paris’te Klişi [Clichy] Sokağı’nda inşa olunmuş yeni evler gibi ikametgâhları vücuda getirmek pek kolaydır. Zaten musahabemizi enmuzec-i terakkkiyat-ı fenniye ve sıhhiye olan şu evi tarif için başlamıştık; asıl maksada gelmeden uzunca bir mukaddeme serd ettik. Hâlbuki mukaddeme dediğimiz bahisler o kadar mühim ki her biri hakkında uzun uzun makaleler yazmak lazımdır. Gelelim Klişi Sokağı’ndaki yeni eve:
(…)
[İmza: Diran Çırakyan]
Mekteb-i Mülkiye’nin leyliye tahviline karar verilmiş, cesim bahçemizde derin derin temel çukurları açılmıştı. O zaman 1297 senesinde bulunuyorduk, kış da yaklaşıyordu. Bir paydos zamanıydı. Mektep şakirdanında kendilerinden yukarı sınıf efendilerinin kimler olduğunu öğrenmeye, alelhusus onların birincilerini görmeye mahsus bir merak ile bahçede dolaşıyor, bir arkadaşımın verdiği malumatı büyük ehemmiyetle dinliyordum. İleride duvar kenarında muntazam adımlarla bir yukarı bir aşağı dolaşan bir efendiyi gösterdi:
– İşte ikinci sınıfın birincisi Tevfik Bey, dedi.
O cihete doğru takarrüp eyledik. Nazarını, fikrini elinde tuttuğu defterin sayfaları arasına atfetmiş, etrafında dolaşanların mevcudiyetinden bile bihaber bulunmuş olan Tevfik Bey, parlak gözleri, geniş alnı, zayıf vücuduyla beni ziyade meclup eyledi. Mektebin muktedir ve müterakkilerine karşı her şakirdin hasıl eylediği hiss-i ihtiram ile arkadaşıma hitaben:
– Sen Tevfik Bey’i tanıyorsan beni yanına götürsene, dedim.
(…)
İşte geçen perşembe günü mahall-i memuriyetine müteveccihen şehrimizden hareket eden Kudüs mutasarrıf-ı cedidi saadetlü Tevfik Beyefendi hazretleriyle ülfetimiz ta bu zamandan başlar. Ondan sonraları mektepte beraber geçirdiğimiz dört sene müddet zarfında hemen her gün paydoslarda buluşurduk. Derslerimde gördüğüm müşkülatı sordukça kemal-i memnuniyetle hallederdi. Semtimiz de birbirine yakındı. Komşuluktan istifadeye başladık.
(…)