Buhar ile araba işletmek şimdi artık yaşını başını almış, bol bol bir asırlık ömür sahibi olmuş bir meseledir. Bin yedi yüz yetmiş, yetmiş beş senelerinde, belki daha evvel bir tarafında koca bir kazan, birçok borulur, üstüvaneler, dişli dişsiz çarklarla dört tekerlek üstüne konmuş bir iptidai vapur makinesinden başka bir şey olmayan, oturacak mahalleriyle beraber dehşetli bir sıklet peyda ederek saatte – yerine göre – üçten nihayet on kilometreye kadar kat-ı mesafe edebilen arabalar tek tük işletilmekteydi. Bin sekiz yüz elli senesine kadar bir hayli mevani ile beraber bunların ıslah ve ikmali için sarf-ı mesaiden geri durulmadığı halde ciddi bir terakkiye destres olunamamış, hatta bin sekiz yüz otuzda demir yollarının kesb-i intizam ile Avrupa’da taammüme başladığı zaman her ne dense bu iki vasıta-ı nakliyeye taraftar olmayan ve yahut atisini meçhul gören bazı eşhas tarafından, lokomotiflere buharlı arabalarla rekabet etmeye pek ziyade çalışılmış ise de muvaffakiyet hâsıl olamamıştır.
(…)