İstanbul postamızı iki haftadır yazmadık, kesret-i mündericatın bu bapta dahlini inkar etmez isek de şiddetli havaların, dehşetli fırtınaların insanı olduğu yerden kımıldatmayacak derecede hüküm süren soğukların dahi tesirini unutmak caiz olamaz.
(…)
Soğuktan, soğukluktan kurtulmak için biraz sıcak bahislere geçelim mi diyorsunuz? Beyoğlu’nun, Galata’nın karnavalı geldi, balolar, ebvab-ı raks ve sefayı küşat eyledi. Şu kapıların birinden içeri girerseniz hariçteki şiddet-i sermaya mukabil, dâhilin asap gevşetici harareti, oradaki meclubin-i zevk ve sefanın ispirto yadigarı ateş-i neşvesini görürsünüz.
(…)
Bu günlerde nefais-i asar rağbetkârlarını memnun eyleyecek bir haber vardır ki o da musikişinas Haydar Beyefendi’nin yeni bir operet bestelemiş olması havadisidir. Ara sıra Beyoğlu sahnelerinde arz-ı endam ve eşkal eden operet ve opera kumpanyalarını bizim İstanbul yakası sanatkârlarının birkaç defalar taklit eylediğini gördük, bu taklit hayli eskiden başlamıştır, mesela Bel Elen [Belle Helene] operetini İstanbul tiyatrolarında seyredenler ilk zaman temaşalarından beri size hayli seneler sayabilirler, şu meyanda en yakın olarak müşahade edileni “Karmen [Carmen]”dir, en muvaffakiyet göreni de “Pembe Kız” addolunuyor ki birisi derme çatma aktörlerin nağmesiz ahenksiz hüner-füruşluğu ile daha ilk defasında mahkum-ı metrukiyet olmuştur, ikincisi “Pembe Kız” ise gördüğü rağbetin suistimale uğramasıyla şeref ve ciddiyetini kaybetmiştir.
(…)
Merhum Nazım’dan ve asarından bahsetmek benim için yüreğimdeki derin cerihayı tazeleyerek ah ve figan etmektir. Teessürat-ı kalbiyenin elfaz ve kelimat ile tasvirine ihtimal veremiyorum yahut ben muktedir olamıyorum. (…)
Nazım’ın asar-ı fenniyesi asar-ı edebiyesinden daha vasi idi. Ne çare ki başladığı iki eser-i mühimi ikmal etmeye bile felek müsaade vermedi. (…)