Londra’nın mevsim-i zevk ve şevki olan haziranda bermutat Hayd [Hyde] Park’a giderek yüz senelik bir ağacın saye-i asr-ı güzarında oturdum. Bütün cihanda debdebe-i medeniyetin yegane bir temaşası! Parkın içinde Göksu deresinin iki üç misli genişliğinde, zarif sandalların, kızların dest-i nezaketleriyle tahrik olunarak bir nasiye-i pak gibi sath-ı safını okşayarak çin-i cebinler bırakan küreklerin bir ruha -nüfuz eder gibi- ta ka’rini gören mai gözlerin, alem-i neşe ve aba inciler serpen tebessümlerin, sarı saçlar gibi sathına dökülen salkım söğütlerin teşkil ettiği yeşil ile maiye boyanmış aşiyaneleri mersa-yı muhabbet addeden sandallardaki naz ve niyazların gizli gizli buselerin tehyic ettiği bir lakı; arabalı, atlı, yayan binlerce erbab-ı sefa ve samanın deveran ve cereyanına müsait, etrafı büyük ağaçlarla muhat yolları, Afrika’nın, Hind’in neşvüneması galeyan ve feyezan halinde olan ezhar-ı rengîni ile tezyin olunmuş çimenleri var…
(…)