Ramazan mağfiretiyle, bereketiyle geldi. Şehrimizin heyet-i umumiyesindeki manzara derhal değişti: İstanbul’un esbab-ı zinet-i hususiyesinden olan o narin ve zarif minareler, geceleri zılam-ı kesif içinde enzar-ı temaşagerandan kendini gizlerken –hulul-i Ramazan’ın tesir-i kutsiyetiyle- semada birer halka-i ziya-feşan teşkil etmek üzere tenevvür eyledi.
(…)
Biliyorum, muharrir-i musahabekârınızın her vakitten ziyade Ramazan’da söylediklerini dinlemek, hislerine iştirak eylemek istersiniz. Şehrimizin Ramazan menazırını gördükten sonra acaba Servet-i Fünun postacısı da şu seyrettiklerimiz için ne yazacak dersiniz.
Mah-ı mübareğin ilk günlerinde “menazır-ı Ramazaniye”yi nazar-ı tetkikten geçirirken hep bu ciheti düşünüyordum. Defter-i hatırata ufak tefek işaretler vaz etmek şartıyla Ayasofya’dan Fatih’e kadar yaptığım bir cevelanda zemin-i musahabe teşkil edecek iyi sermaye buldum diye seviniyordum. Yok yok! Ne derlerse desinler İstanbul’un Ramazanlığı hiç de her sene yeknesak değil.
(…)
Lakin uzun gecelerde sahuru getirmek de ne kadar müşkil. Şehzadebaşı bize bu hususta iyi yardım eyliyor ama yine nafile. Artık tiyatroları saat 3’te başlatıp 11’e kadar sürmeye teşvik etmek biraz güç olur.
(…)
Ramazan’da evvel müşahede edilen mutedil, müsait havaların devamını pek arzu eyliyorduk ama kış yine hükmünü icraya başladı. Hele Pazar günü ikindiden sonra Ramazan cevelanına ibtidar edenler –boş midelerin tesiri de inzimam ederek- şiddet-i burudeti pek iyi hisseyliyorlar, Beyazıt sergisini bir defadan fazla dolaşmaya muktedir olamıyorlardı.
(…)
İşittiğimiz o Çin ve Japon mağazası buradan ilerideydi. Aksa-yı şark yadigârları içinde o kadar şayan-ı hayret bir şey göremedik. Birtakım kitap-füruşlarla “tiryaki” levazımı satanlar arasında yolumuzda devam ederek dışarı çıktığımız vakit ise şimal rüzgârı daha sert esmeye başlamıştı.
(…)
Köprüden -Rumeli sahilini takip etmek üzere- hareket eden Şirket-i Hayriye vapurları Beşiktaş, Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy, Bebek, Rumeli Hisarı, Boyacıköy diye iskeleleri birer birer sıralayıp ziyaret ederek Mirgün’a [Emirgân] kadar gelir. Bu iskelede hafif bir muanaka ve müşafeheden sonra yoluna düzülüp doğruca Yeniköy Burnu’nu tutar. Arada bir iskele hemen ekseriya metruk kalır. Her istenildiği vakit köprüye gelip de İstinye’ye uğrayacak bir vapurun azimet zamanına tesadüf etmek hakikaten tesadüfat-ı mesudane kabilindendir.
(…)